Devlet Aklının Ekonomik Politikalara Müdahalesi
Seçim öncesi Ak parti ekonomi vaatleri faizin ve dövizin baskılanması, yerli ve milli üretime destek verilmesi üzerine kuruluydu.
Ancak seçim
sonrası özellikle ekonominin başına Mehmet Şimşek’in ve Merkez Bankasının
başına Hafize Gaye Erkan’ın getirilmesi Sayın Nebati’ nin marifetiyle dilimize
pelesenk olan heterodoks politikalardan hızlı bir U dönüşü mü yapacağız sorusunu akıllarımıza getirmişti.
Bakanlık
koltuğunun devir merasiminde Bakan Şimşek’in Türkiye’nin daha önce denediği
heterodoks politikaları irrasyonel (gerçekçi) olamayan bir noktada
konumlandırarak Batı’nın geleneksel ekonomi politikalarını rasyonel (gerçekçi)
olarak tanımlaması ekonomik politikalardan keskin dönüş yapıldığının ilanı
oldu. Elbette yine yerli ve milli üretim, ekonomi politikalarımızın merkezinde
önemini ve geçerliliğini koruyor. Ancak faiz- enflasyon ilişkisinde bundan
sonra neo-liberal öğretiler üzerinden ilerleyecek gibi görüyoruz.
Keza, kısa
süre içerisinde Batı’nın geleneksel ekonomi politikalarına dönüş yapıldığını ve
kademeli olarak hayata geçirilen para ve maliye politikalarıyla da “denenmişin”
uygulamaya konulduğunu gördük.
Evet hiç
kuşkusuz, seçim öncesi öncelenen ekonomik politikalar ile seçim sonrası izlenen
politikalar birbiri içerisinde çelişiyor.
Peki, bu çelişki ne anlama geliyor?
Küreselleşen
dünyada ekonomik politikalarınız ile dış politikalarınız birbirine paralel
olmak zorunda. Dış politikada pusulanız Avrupa’yı gösteriyorsa ekonomide de
rotanız neo-liberal politikalarla uyumlu olmak zorunda.
Resme bu
açıdan baktığımızda Türkiye seçimlerden de önce dış politikada normalleşme
sürecini başlatmıştı. Mısır, İsrail, BAE, Suriye ve hatta Yunanistan ile dahi
diplomatik ilişkilere hız vermişti.
Seçimden sonraki gelişmelere bakalım;
Ukrayna Devlet
Başkanı Volodimir Zelenski’nin, 7-8 Temmuz 2023’te İstanbul’a yaptığı ziyarette
Türkiye ; açık bir dille Ukrayna’nın toprak bütünlüğü, 2014 yılında Kırım’ın
Rusya tarafından ilhak edilmiş olmasına karşılık Rusya’nın Kırım topraklarında
işgalci olarak tanımasıyla verdiği tepkiyle birleştirilmiştir.
Sonrasında
11-12 Temmuz tarihleri arasında yapılan NATO zirvesinde Türkiye tarafından
İsveç’in üyeliğine şartlı da olsa onay verildi. İsveç’in üyeliğinin önündeki
veto engelinin kaldırılması aynı zamanda Avrupa ile olan ilişkilerimizin de
normalleşmesine yeşil ışık yakılması anlamına geliyor.
İsveç’e
verilen onayın AB üyeliği, Gümrük Birliğinin güncellenmesi ve vize serbestisi
konularına bağlanması’ da Avrupa ile normalleşme sürecinden beklentilerimiz.
Belki AB üyeliği mevcut jeopolitik durumda şimdilik mümkün görünmese de
özellikle Gümrük Birliğinin Türkiye lehine genişletilerek güncellenmesi ve vize
serbestisinin kabulü ile dış ticarette Türkiye ekonomisinin beklenen düzeye kısa sürede ulaşması hedefleniyor.
Diğer yandan
ekonomik politikalarda sıcak para girişinin rolü tartışılmaz. Sıcak paranın
ekonomiye yönlenmesi dış piyasa aktörlerinin Türkiye’nin politikalarına güven
duyması ile yakından ilişkili. Türkiye iç piyasaların fonlanması için
Avrupa’nın öneminin farkında. Öncüllenen bilindik neo-liberal politikalarla
güven tesisi hedefleniyor.
Ancak Ankara sıcak para
girdisi için sadece Avrupa’yı merkeze almıyor. Bu anlamda alternatif pazar
olarak Körfez bölgesi de hedefimizde. Türkiye’nin yıllara sari başarılı dış
politikasının semeresini aldığı körfez ülkeleri de Türkiye için önemli bir
partner.
Bu nedenle
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 17-19 Temmuz tarihlerini kapsayan üç
günlük Körfez ülkeleri turuna çıktı ve
bana göre beklenilenden çok daha fazlasıyla ülkemize döndü.
Cumhurbaşkanın
Körfez ziyaretinde pek çok anlaşma yapıldı. BAE’den Türkiye’ye deprem
finansmanı kapsamında 8,5 milyar dolar sukuk ihracı ve Türk Eximbank’a da 3
milyar dolar büyüklükte finansman sağlanacağı konuşuluyor.
Dolayısıyla
bu gelişmeler neticesinde acil döviz ihtiyacının karşılanmasına yönelik sıcak
para girişinin piyasaları fazlasıyla rahatlatacağı açık. Yine iki ülke
arasında imzası atılan imzalanan 50.7 milyar dolarlık anlaşmanın orta vadede
olumlu yansıyacağını da unutmamak gerekir. Söz konusu anlaşmaların Türk iş
dünyasına tanıtılması için sonbahar aylarında İstanbul’da “Ticaret ve Yatırım
Forumu” düzenlenecek.
Sonuç
olarak büyük resme baktığımızda ekonomik politikalarımızdaki seçim öncesi ve
seçim sonrası değişiklikler bir sapma olarak nitelendirilmemeli. Yer
yer iktidarlar seçim-seçmen-iktidarı koruma baskısı altında irrasyonel kabul
edilebilecek söylem ve icraatlerde bulunsa da devletin geleceği için son sözü
her zaman kurumsal devlet aklı söyler. Devlet aklı objektiftir, rasyoneldir,
konjonktüreldir ve duygusallıktan münezzehtir. Rasyonel devlet aklı kaotik
dönemlerde akılcı bir vizyon çizer, siyaset ise o vizyonu takip eder. Yeter ki
devlet aklının çizdiği rota için gereken adımlar vakti zamanında siyaseten
atılmış olsun.
Şimdide
durum şundan ibaret; Küresel bir ekonomik türbülans atlatıyoruz,
yüzyıllara dayanan tecrübesi ile devlet aklı otomatik pilot olarak devreye
girdi. Selamet üzere bir rota belirlendi. İktidar bu rotayı takip edecek. Kurumsal
devlet aklının belirlediği rotanın izlenebilmesi için gereken adımlar daha önce
normalleşme adı altında siyaseten başarılı bir şekilde zaten atılmıştı.