Devlet aklı ve süper güç hedefi!
Denir ki;
- “Devlet Aklı”, devletin güçlenebilmesi, olmuyorsa ayakta kalabilmesi
için ne gerekiyorsa onu yapan
akıldır.
Türk milleti, bu “Devlet Aklı” sayesinde hep “bağımsız” kalmıştır.
“Devlet
Aklı”, “tutarlılık”
meselesine kişilerin günlük hayatta kullandıkları gibi bakmaz.
Onun “ne kadar tutarlı olduğu da bakkal hesabıyla” anlaşılamaz.
Biz Devlet’in niçin böyle yaptığını
ya da şöyle yapmadığını günlük tartışmaların etkisiyle yorumlarken, “Devlet Aklı” binlerce yıllık
birikimiyle hareket eder.
O, Devlet’in mümkün olduğu kadar
güçlü olmasını ve mümkün olduğu kadar uzun süre ayakta kalmasını hedefler.
Bunu yaparken de, günlük siyasete, siyasetçilere, bürokratlara,
ideolojilere odaklanmaz, onları içinde bulunulan şartlara göre
değerlendirir.
“Devlet Aklı”, tehlikeleri önceden görür,
bunları etkisiz hale getirmenin yollarını arar.
İçine sokulan ‘yabancı maddelerden’ kurtulmak için de, tıpkı insan vücudunda
olduğu gibi savunma mekanizmaları vardır devletin.
Her canlı gibi, devlet de öncelikle
hayatta kalmaya odaklanmıştır.
Her devletin bir ömrü vardır, bütün
canlılar gibi, doğmak, büyümek ve ölmek kaçınılmaz olduğuna göre, her seferinde
yeni bir “Türk Devleti”nin
kurgulanması gerekir.
‘Devlet
Aklı’ yıkılışı
uzun süre öncesinden görür.
O andan itibaren yaptığı da, yeni
devletin temellerini atmak olur.
Sultan
Abdülhamit’in
tahta çıkışı, bunun bariz misallerindendir.
Görünüşte tahta çıkma ihtimali pek
de bulunmayan Abdülhamit Han,
stratejik zekâsı ve liderlik kabiliyeti olan tek şehzadeydi.
“Devlet
Aklı” kendisinin
yolunu açtı ve Osmanlı bu sayede tam 33 sene kazandı.
Bu süreçte, eğitimde, ulaştırmada,
sanayide (vs.) Yeni Devlet’in temelleri atıldı aslında.
Yeni devlet, Sultan Abdülhamit Han
dönemindeki “alt yapıyı” kullandı.
Onun üzerinde bir yerlerde geldi.
“Ulusçuluk” akımının Osmanlı’nın bitişini
kaçınılmaz hale getirdiğini çok önceden gören “Devlet Aklı” bir “Ulus Devlet”i hayata geçirdi.
Bu süreçte hanedanlıklar tarihe
karışırken, Osmanlı da, yerini “Yeni
Türk Devleti”ne bırakmak mecburiyetinde kaldı.
Türkiye’nin yakın tarihine
baktığınızda da, birçok tehditle karşı karşıya kalan Devlet’in, her seferinde
bir çıkış yolu bulduğunu göreceksiniz.”
*
Çok uzun süre önce, “Devlet
Aklı”nı çok iyi bildiği iddiasındaki birileri, bunlara benzer şeyler
söylemişti bana…
Bir etkinlik sırasında yanıma
gelmiş, biraz sohbet etmek istediklerini nezaketle ifade etmişlerdi.
Ben de, isim, soyadı, mensubiyet filan
sormadan “elbette” demiştim.
Halleri, hareketleri ve galiba
yaşam tarzları hiç de benimkilerle uyumlu değildi.
Beni “sevmediklerini” rahatlıkla hissedebiliyordum.
“Bana
saygı duyduklarını”
söylüyorlardı:
-Yazılarınızı, konuşmalarınızı
takip ediyoruz…
Siz de zaman zaman değerlendirme
hataları yapabiliyorsunuz, bazen bizi üzen ifadeler kullanabiliyorsunuz ama…
-Evet
ama?
-Belli noktalarda ve aslında en
önemli noktalarda sizinle hem fikiriz.
-Mesela,
hangi noktalarda?
-Biz Avrupa Birliği karşıtısınız,
öyle değil mi?
-Tam
olarak öyle denilemez, Avrupa Birliği’ne teslimiyete karşıyım. Avrupa Birliği’ne
girme ısrarına karşıyım! Yoksa ilişkileriniz olur tabii, ıssız adada
yaşamıyorsunuz sonuçta.
-Evet, biz de böyle
düşünüyoruz. Ve sizin bizim gibi
düşünmenizden memnuniyet duyuyoruz!
-İyi,
memnun oldum, başka?
-İsrail ve İran meselesi…
Yazılarınızı konuşmalarınızı takip ediyoruz. İsrail’e tepkiniz haliyle çok
büyük. Biz de, İsrail’in ‘Arz-ı Mev’ud’ projesinin engellenmesini Türkiye’nin
istiklâl ve istikbali için olmazsa olmaz bir mesele olarak görüyoruz. İran’a
gelince… O konuda da sizinle büyük ölçüde örtüşüyoruz. İran’ın da bir tehdit
olduğunu değerlendiriyorsunuz, bunu bazı konuşmalarınızda, bazı yazılarınızda
net bir şekilde görüyoruz.
-Evet,
İsrail net. İran meselesinde de… Türkiye ile İran’ın karşı karşıya getirmek
istendiğini herkes görüyor. Bununla birlikte, İran da iddiaları olan bir Devlet ve bu iddiaları çoğu vakit bizim
menfaatlerimizle çatışıyor. Bir de, İsrail ile İran’ı tahterevalli oyunun iki
tarafındaki yapılar olarak görüyorum.
-Güzel, biz de böyle düşünüyoruz.
Türkiye, İsrail ya da İran’dan biriyle savaşa tutuşsun istemezsiniz, kimse
istemez.
-Tavrımı,
düşüncemi biliyorsunuz.
-Siz darbeciliğe karşınız…
-Evet,
sonuna kadar.
-Ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin
yıpratılmasına da karşısınız?
-Elbette
karşıyım. Ordusunun yıpranmasını isteyen aklını yemiştir. Bununla birlikte, bu
konudaki görev öncelikle askerlerimize düşer. Siyasetin yıpratılmasını
engellemek öncelikle siyasetçilerin, Askeriye’nin yıpratılmasını engellemek de öncelikle
askerlerin işidir. Bu da ancak herkesin yerini bilmesiyle mümkün olabilir.
-Suudi Arabistan’a sıcak
bakmıyorsunuz?
-Hayır,
hiç bakmıyorum. Ona Suudi Amerika
diyorum bu haliyle! Rusya, Çin, Fransa, Almanya, İngiltere… (Bilhassa da
İngiltere) küresel sömürü düzenin ayakları. Tepede de Erbakan Hocamızın işaret
ettiği aileler!..
-Güzel… Ya laiklik meselesi?
-Tanımını
bir yapsınlar hele, üzerine konuşuruz!
-Türkiye karıştırılmak isteniyor. Her
konuda aynı düşüncede olmayabiliriz ama şuna eminiz ki, siz de vatanımızı bizim
kadar seviyorsunuz. Zaman zaman (bize göre) hatalarınız olsa da, otobandan
çıkmıyorsunuz. Bazen sağ şeritten, bazen orta, bazen de sol şeritten gidiyorsunuz
ama hep otoban içinde kalıyorsunuz. Lâkin otoban dışına çıkanlar oluyor.
Türkiye’nin istiklâl ve istikbalini ilgilendiren meselelerde, günlük
politikaların etkisiyle ya da birilerinin gözüne girme hevesiyle savrulup
duruyorlar.
-İnsan
bu, her tip oluyor bir memlekette.
*
Bunları bizlere söyleyenlerin
elbette amaçları var.
Bizim üzerimizden “Aman Dikkat!” mesajını vermeye
çalışıyorlar bir yerlere.
*
Kim ne mesaj verir mühim değil.
Bizim de aklımız var ve o akıl “Devletsiz olmaz. Devlet de vatandaşının
huzuru, refahı için vardır!” diyor.
***
HEDEF
BELLİ, GÜNDEME TAKILIP KALMAYINIZ!
Bugünlerde ortalık yine çok
karışık.
At izi it izine karışmış vaziyette
ve pekçok gündem maddesi, bizi birbirimize düşürüyor, çatışmaları arttırıyor,
mesafeleri açıyor.
Ülkemizi çatışma ortamına sürükleme potansiyelini taşıyor…
Bunlar ilk bakışta görünenler ama…
Tuzak kuranların emellerine ulaşabileceklerini
hiç zannetmiyorum.
Türkiye’nin bu sıkıntılı günleri
Allah’ın izniyle aşacağından ve önümüzdeki süreçlere güçlü bir şekilde
gireceğinden şüphe etmiyorum.
Türkiye bugün, “Devlet Aklı” meselesi üzerine kafa yoruyor.
Zaman zaman büyük savrulmaların,
ülkece şarampole yuvarlanma tehlikesinin dibine geliyoruz ama bir şekilde
sıyrılıyoruz.
Büyük bir ahlâk bunalımı var,
özellikle sosyal medya üzerinden yaygınlaştırılan görüntüler bu bunalımı belki
de olduğundan fazla gösteriyor.
“Bunalımın” boyutlarını tam olarak
kestiremiyorum ama, Türkiye’nin, “ahlâk
meselesi” üzerinde her zamankinden fazla tartıştığını, kafa yorduğunu
görüyorum.
Milyonlar harıl harıl “Güzel Ahlak”ı arıyor!
*
Kemal Kılıçdaroğlu’nun “helâlleşme” söylemini hiç samimi
bulmuyorum, tam mânâsıyla bir “seçim taktiği” olduğunu düşünüyorum.
Bu düşüncemi doğrulayan birçok
tavrı var, bir yandan helâlleşmeden bahsediyor diğer yandan da milletin
değerlerini rencide edenlere sahip çıkıyor meselâ.
Kendisi ne derse desin çok haşin
bir yazar, çizer takımı var.
Onlar da “taktiğin” içine turp sıkıyor!
Sayın Kılıçdaroğlu’nun her tarafı
idare etme stratejisi duvara tosluyor ama, CHP’de de inceden bir değişimin
olduğunu görebiliyoruz.
Her şey değişiyor, CHP de, kağnı
hızıyla bile olsa değişim geçiriyor.
Öte yandan, Ak Parti’deki “hasbiler, hesabiler” tartışmasının da
anlamlı ve faydalı olduğunu düşünüyorum.
“Hesabileri” bünyesinden uzaklaştırıp “hasbilik” oranını arttırabilirse ne
alâ, arttıramazsa kendisi için sıkıntı.
Yani, AK Parti de yol ayrımında.
Bir neşter atması gerekiyor ki,
yanlış yollara götürülmesin.
*
Bugünlerde sürekli olarak eğitim ve
kültür işlerini tartışıyoruz.
Gençlik meselesini tartışıyoruz.
Türkiye’nin dış politika tercihleri
üzerine kafa yoranların sayısı artıyor.
Bunlar olumlu gelişmeler.
Öte yandan…
Belediyelerin konserleri
tartışılıyor.
İsraf meselesi tartışılıyor.
Direnç var, eski alışkanlıklar
paslı çiviler gibi, çıkartırken gacur gucur seslerinin gelmesi normal.
Mühim olan toplumun bunları
tartışması ve farkındalığın artması.
*
Türkiye bugün itibarıyle “yıkılacak ve bölünecek” bir Devlet
değil de, “Kendisini günün şartlarında
yeniden tanımlamaya ve bir yere oturtmaya çalışan bir Devlet” görüntüsü arz
ediyor.
Önümüzdeki süreçte ABD zayıflamaya
devam edecek.
Okyanus ötesinden dünyayı yönetme
iddiası tamamen çökecek.
ABD 100 yıllık süreçte bölünecek!..
“Devlet
Aklı” bunu
görüyor.
Mesele, Türkiye’nin yeni dünyada “küçük ve orta ölçekteki” devletler
arasında mı, yoksa “süper güçler”
arasında mı yer alacağı meselesidir.
Önümüzdeki süreçte, “küçük ve orta ölçekteki” devletlerin,
bugünkü kadar bile bağımsız kalma ihtimalleri olmayacak.
Ya”Süper Güç” olacaksın ya da aşağı yukarı olmayacaksın!
*
Türkiye, bu yolda ilerleyecek.
Süper
Güç olmak için
elinden geleni yapacak.
Arada yol kazaları olabilir ama “hedef” belli.
Gündeme saplanıp kalmayınız.
Enseleri karartmayınız.