Develer Tellal İken
Masal tekerlemelerinde sıkça geçen “develer tellal iken” kelime grubunda aklımız develerde kalırdı. Nasıl olur da develer konuşur? Masal bu ya, develer konuşur; pireler de berber olur. Peki, hayvanlar böyle iken insanların görevi nedir?
Masallarda iyi-kötü çatışması vardır. Kötüler o kadar çoktur ki iyiliği temsil eden kahramanımız yalnız ve tektir. Gerçi iyiler, sonunda kazanır ve mutlu sonla biter masalımız.
Masallarda farklı farklı dünyalar serilir önümüze. Olmaz diye bir şey yoktur masalda. Develer de bu durumda tellal olabiliyor. Nedir tellal? Duyuru yapan kişidir, halka yüksek sesle bağırarak çağrı yapar. Develerin halka çağrı yapması mümkün müdür? İnsanın dili ile develerin dili bir değil ki? Evet, bu çağrı ancak masallarda olur. Böyle inanırdık, aklın işaret ettiği ve gösterdiği doğru da budur. Ne var ki yakın zamana kadar böyle sanıyorduk. Meğerse develer gerçekten tellal imiş. Nasıl mı? Anlatalım o zaman.
Avustralya’da görülen kuraklık üzerine alınan bir karar vardı. Sayıları artan ve yerleşim yerlerini işgal eden develerin çok su tüketmesi sebebiyle alınan bir karardan bahsediyorum. Binlerce deve öldürüldü. Dünyadan yükselen çığlığa aldırış etmeyen yerel hükümet, sonunda deve katliamını gerçekleştirdi. Çokça üzüldük ama bir şey de yapamadık. Peki, çok su içiyorlar, diye develer öldürüldü de ne oldu? Tüm dünyanın şahit olduğu sel felaketiyle karşı karşıya kaldı Avustralya. Evler su altında, şehirleri su basmış. Bu felaketi göremediler. Aslında felaketin haberini develer vermişti de anlayamadık. Oysaki kitabımız Kur’an-ı Kerim’deki develere dair şu ayetleri anlamış olsalardı:
"Ey kavmim, size işte bir ayet olarak Allah'ın devesi; onu serbest bırakın, Allah'ın arzında yesin. Ona kötülükle (vermek niyeti) dokunmayın. Yoksa sizi yakın bir azap sarıverir." (Hud/64)
Dedi ki: "İşte, bu bir dişi devedir; su içme hakkı (bir gün) onun, belli bir günün su içme hakkı da sizindir." (Şuara/ 155)
Şimdi, develerle gelen mesajı ve felaketi okumak lazım. Uzağa gitmeye gerek yok. Günden güne yerleşim yerleri açarak ormanların içine girdik. Özellikle tatil beldelerinde, sahil kesimlerinde yapılan otelleri düşünelim. Hayvanların yaşam alanlarını talan etmiyor muyuz? Sonra da şehre tilki, kurt indi, diyoruz. Tam tersi bir durum var aslında. Ormana insan indi! Evet, bizler hayvanların yaşam alanlarını daraltıyoruz. Kuşların, börtü böceğin, yılanların, tilkilerin, kurtların, kaplumbağaların velhasıl tüm hayvanların hatta bitki âleminin de hayat bulduğu alanlara beton döküyoruz. Millî park ilan ettiğimiz sayılı alanlar belki koruma altında ama onları insanların piknik yapmaları için açıyoruz. Develer tellal da tilkiler tellal değil mi?
Kış mevsimindeyiz, doğaya yem bırakmak lazım. Hayvan hakları savunucularının dikkatini bir de tatil beldelerine çevirmelerini bekliyoruz. Zaman zaman belediyelerin sokak köpeklerini zehirlediğini de duyuyoruz. İnsan, böyle böyle kendi felaketini hazırlıyor. Haddinden fazla kullanılan tarım ilaçları da zarar veriyor. Ne var ne yok zehirliyor bu ilaçlar. Her varlığın bir fıtratı vardır, ona uygun şartlarda yaşam hakkı vardır. Bizler, dünyanın sadece insanoğlu için yaratıldığını sanıyoruz. İstediğimiz yerin doğal hâlini değiştiriyoruz, istediğimiz yeri kazıp maden çıkarıyoruz, akarsu yataklarına müdahale ediyoruz, ırmakları kurutuyoruz, ağaçları kesiyoruz, develeri öldürüyoruz, köpekleri zehirliyoruz, hayvanat bahçelerine hapsettiğimiz doğa hayvanlarının özgürlüğünü elinden alıyoruz.
Develer tellal iken, diye başladığımız masallarda iyiler kazanıyordu. Şimdi, masalın dışındayız ve maalesef kötüler kazanıyor. Ey insan, kendine dön!