Dolar (USD)
35.39
Euro (EUR)
36.29
Gram Altın
3060.11
BIST 100
9910.61
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
31 Ekim 2020

Destekle köstek arasında sanat ve sanatçı

En başta sanatçılar, bir sanık sandalyesine değil elbette, tatlı bir masumiyet sandalyesine oturmalı ve bize bu sanatı üretirken kalplerinden geçen amacı fısıldamalılar. Hoş; ürettikleri üzerinden bu fısıltının orkestrasını kurmuş oluyorlar. Ürettiklerinin niteliği bu sorunun cevabını net bir şekilde ortaya koyuyor zaten… Fakat yine de sanatçının titreyen ve ince bir sesle eseri, az veya çok bir kitleyi etkisi altına alan rüzgarı, kalbini ıslayan yağmuru hakkında bir izahı, savunusu için insanlıkla göz göze gelebilmesi gerekir. Belki de en başında akla gelen gibi; bir sanatçı ürettiği eseri üzerinden cesurca ve gözlerini kırpmaksızın bakışmaktadır, insanlıkla…

Bu süresiz bakışma halinde kim önce yenilecekse, kim bakışlarını yere indirecekse artık… Sanatçı mı? Muhatap alan ve muhatap olanlar mı?

Kimi baş eserler iri gözlerinin içinden bakış açılarındaki sağlamlığı olağanüstü bir estetikle çakarlar bütün bir dünyaya… Dünyanın gözü de o eserlere çakılır kalır. Böyle bir eseri, eserleri üzerinden bir defa bile gözünü kırpmadan bütün insanlığa bakabilen ve hep bir bakış sunan sanatçılara ne mutlu!

Bir sanatçı dünyaya hem yüz çevirir, hem de dönüp bakar, uzun süre bakışır. Yine bir sanatçı toplumuna hem yüz çevirir, hem de yüzünü döner. Toplumuna yüz çeviremez. Her insan kadar olan sorumluluk çıtasını, öz bilinci yüzünden yerinde-göğünde duramayışı ve aşkınlığıyla daha bir yükseltmiştir. O öyle sanmaktadır artık. Öyle inanmaktadır. Herkese karşı herkesten çok sorumludur.

Bu sorumluluğu nasıl ifade edebiliriz?

Ve sınırlarını nasıl çizebiliriz?

Sanatçı insanlığa, hitap edebildiği kadar çevresine karşı sorumludur fakat bu sorumluluk onun özgür üretimine bir sınır getirecek şekilde ve oranda olamaz. Böyle olduğu zaman sanat ve üretim diye bir şeyden bahsedemeyiz. Olabildiğince çok onay alma hedefi bir siyasi oluşumun en çok oyu alma hedefi ile aynıdır. Sanatçı ve eseri bakımından hedef olacak kıymette değildir. Öte yandan olabildiğince çok sayıda insanı şaşırtan, makam olması şart olmamakla beraber bir hayrete düşüren (hayret makamı) olmayı arzu eder. Belki de en başından başlayacaktır. Şaşırmayı öğretmeyi hedefleyecektir. Bu açıdan içinde yaşadığı toplum bir sanatçının hedef tahtasını, nihayet ufkunu da belirleyen midir sorusu çıkıyor karşımıza. Bu bakımdan bir yazıyı ilk sorusunun cevabı çizgisinde ele almak ve bu şekilde bitirebilmenin ne kadar zor olduğunu da itiraf etmeliyim. Hemen her satırın ardına takılan sayısız cüretkar soru, bir kamyonun son durağına kadar arkasına abanan yalın ayak arsızlığa benziyor.

Çerçeveciliğe dönersek; bu şartla sunulan imkânlarda, daha açık olursak, bir çerçeveyi -neredeyse kurumsal, çok kurumlu bir logoyu diyeceğim- sunmak, savunmak, reklam etmek amaçlı sunulan imkânlarda üretilen şeyler eser olamaz. Esinti, ilham, o özgür rüzgar baştan kesilmiştir zira. Sanatçının kuşu küstürülecek derecede pencere kapanmış, perdeler çekilmiştir. “Burası bütünüyle senin! Sonuna kadar üret!” Denmiştir bile. Hakikaten bir sonu vardır o üretimin. Sonsuzu yoktur. Bunu geçelim.

Geçmeden önce şunu da söyleyiverelim. Mesela karşıtlarının ürettiklerini ideolojik/çerçeveci bulup kınayan kimi sanatçıların, her ürettiğinin bir o kadar ideolojik/çerçeveci olması hep dikkatimi çeker. Dindar'ın ürettiği vaaz, dindar olmayanın ürettiği ise propaganda tadında olur. İkisi de sası.

Aksine bir çerçeve içine sığmayan, o çerçeveyi zorlayan ve sorgulayan ve özgürleştirendir. Gerekirse kıran ve yepyeni bir çerçeve sunandır. Çerçevenin gerçekte ne kadar gerektiğini yeniden düşündürebilendir.

Bütün bu didinme insan özünün sıkışması ve benliğini sorgulayan herhangi birinde, binde birinde, sanatçıda patlayarak ortaya çıkmasıdır.

Herhangi bir sanat eserinde bir insan benliğinin kendi gizeminden, iç uzayından gün ışığına çıkışını izleyebiliriz. Bir dil, bir üslup, bir form veya ses olarak. Neyi nasıl üretmiş ise… Hem benliğin, hem de benlik ile eser arası bir sıkı ilişkinin ortaya çıkardığı şey sanat eseridir. Benlik doğumları olarak da bakabiliriz eserlere. İnsanın kendi içinden kopmuş ve ondan bağımsız halde var olmuş bir başka dünya olduğunu söyleyebileceğimiz bu şey; sanatçının iç dünyasıdır.

Mahremdir. Böylesine mahrem bir devinimi bütün insanların göz önüne, hem de bir parça sükuna ermiş ve bir bedene kavuşmuş halde sunanın cesareti nasıl bir cesarettir…

Sorun yoktur! O zaten insan doğmakla bir bu tohumu varlığında hissetmiş, sonraları derinleştirmiş, kökleştirmiş ve insan olma ereğini ufkuna giyinmiş biridir. Olağanüstü sorumlu! Sıkı bilinçli! Hemen her insana, görmek isteyene, görebilene “nasıl olunur”’u göstermeye durmuştur. Buna yeltenmiştir. Cesaret göstermiştir.

Sanatçı olmak coşkusuzluğu coşturmuş ve ters akan bir nehirde herkesten önce ve belki de tek başına yüzmeyi göze alarak o nehre atılmaktır. Suyun düzensiz akışı, aslında gerçekte akmayışı ile boğuşmak. Suyun, akışın, gidişatın, ya da çakılıp kalmanın, değişmemenin, dönüşmemenin dikkatini çekmek. Suya ahenkli bir yol alışın yönünde, asil bir akış fikri vermek belki…

En çok ta güzergahta sıklıkla karşılaştığı kösteklere bilhassa teşekkür etmelidir sanatçı. Çünkü bir köstek müthiş bir şekilde destek potansiyeline sahiptir. Her engel daha bir özgünlüğü getirir. Aşılmaya çalışırken üretimin kendi zirvesine tırmanışını ve daha da özgünleşmesini…

Çünkü sanatçıya destek diye sunulan şey; -istisna hariç- çoğu zaman kocca bir çerçevenin ona “Hoş geldin güzel insan!” demesi ile aynıdır. Herkes iyi bilir ki bu hoş karşılama sanatçının ufkunu boşaltmaya denk gelmektedir.

Belki de sıranın dışına çıkanın yadırganması, dışlanması ve ancak şaşırtması durumunda desteklenmeye, eh işte bir parça alkış ve karşılığa layık görülmesine alışmış bir toplumda olunduğu için böyle bir cümle kurulmuştur. Belki de desteklenmeye hiç alışık olunmamanın sonucunda böyle teselliler bulunuyordur. Hem de en afilisinden. Bir kösteğe, evet hem de bir kösteğe; sanat eserini özgünleştiren bir destek olarak bakacak kadar…

Sanatçıyı bu kadar engel seviciliğe iten bir dünya, bir de destek ve imkân sunmayı “denemeyi” denemelidir.