Desinler diye…
Dün gibi hatırlarım. Mahallemizde “Mehmet” diye bir arkadaşım vardı.
Elimdeki şeftaliyi şapır şupur yerken…
Bana “Günah Serdar, günah!” dedi.
“Ne günah, şeftali
yemek mi?”
“Hayır, şeftaliyi
dışarıda yemek. Birinin canı çekerse, günaha girersin!”
Ne incelik.
O Mehmet şimdi büyük akademisyen.
Eski günleri yâd ediyoruz.
“Sokakta şeftali
yememe hassasiyetindeki o çocuk yok artık” diyor.
“Bir çocuk kadar” samimi olabilmek gerek.
Büyüdükçe kirlenmemek!..
*
İhlâs ve samimiyet..
Riyadan, dünyevi menfaat beklentilerinden sıyrılmak...
İbadeti yalnızca
Allah rızası için yapmak.
Müslüman için “ibadet”
hayatın tamamında.
Her an ve her nefeste.
Kalbin her atışında;
iman, ihlas, niyet,
tefekkür, sabır, takva, teslimiyet.
Her adımda ibadet şuuru.
Mesela…
Belki de ayakkabısı delik bir yavrucağı yaralayacak olan cam
parçasını yerden alıp “zararsız bir
yere” bırakmak.
Cam şişeler, cam bardaklar vesaire, orman yangınlarının en büyük müsebbipleri.
Daha doğrusu, bunları atan serseriler!..
Atmak bir yana, görüp de “emin bir yere” koymadığın o cam
parçası,, ya güzelim ağaçları, bıcır bıcır böcekleri, ne kadar canlı varsa
hepsini yakarsa!..
Çam parçasını atanla birlikte “kul hakkı”ndan gitmek yok mu?..
“Yok!” diyebilen
beri gelsin.
Denebilir ki, “O
kadar düşünürsen eve zor gidersin!”
Zor tabii…
Çok zor tabii…
Kolay olduğunu kim söyledi?..
*
İhlâs ve samimiyet…
“Riyadan Allah’a
sığınırım.”
“Riya”, ibadeti zâyi eden hastalık.
Çok yaygın bir sıkıntı:
“Desinler diye” hastalığı.
“Cömert”
desinler, “âlim” desinler, “başarılı” desinler, “cesur” desinler, “kahraman”
desinler diye.
Riya, ikiyüzlülük, münafıklık.
Allah korusun hepimizi. “Bende
riyadan eser yok!” diyebilmek bunu kalbe tasdik ettirebilmek yaman mesele.
“Kulların hiçbiri
senin yaptığını bilmeyecek olsa, yine de yapar mıydın?”
Meselenin özü şöyledir:
“İyilik yap denize at balık bilmezse Hâlık
bilir.”
“Desinler diye”
yapılanların insanı nasıl bir felâkete sürükleyeceğine işaret eden Hadis-i
Şerifleri bilirsiniz.
“Yüzüstü cehenneme
atılmak.”
Allah muhafaza.
*
Şimdi aklıma geldi:
“Marifet İltifata
tabidir” demiş merhum şâir.
“Güzeli teşvik”
diye düşünürsen iyi.
“İltifat yoksa
marifet de yok!” tarafı iyi değil.
Marifeti sergilemen için alkışlanman lâzım tarafı yani, iyi
değil.
“Marifet” ne
demek?
Hakikati ve acziyyeti idrak.
“… Kulları içinde
ancak (hakiki) âlimler
Allah’tan (hakkıyla) korkar…” (Fâtır, 28)
Marifet, “alkışa”
mı muhtaç?..
Değil.
“Alkış” için
yapmak “marifet” değil!..
*
Allah Resulü (s.a.s.), ashabına hitap ederken dedi ki;
“Din, samimi
olmaktır,
Din, samimi olmaktır,
Din, samimi
olmaktır!..”
*
Biz birbirimizin iyiliğini isteyen kullar mıyız?
Rasûlullah-sallâllâhu
aleyhi ve sellem-Efendimiz:
“Müslüman kardeşinin uğradığı
felâketi sevinçle karşılama! Allah Teâlâ onu rahmetiyle felâketten kurtarır da,
seni imtihan eder.” buyuruyor.
“Oh canıma değsin”
diyerek yukarıdan aşağıya hat çekmek bizde!..
Yüreğinin yağları erisin!..
Örtmek ve açık etmek bizde. Halbuki…
Ölçü belli:
Cenâb-ı Hakkʼın sıfatlarından biri de “Settâruʼl-Uyûb” yani, ayıp ve
kusurları gizleyen.
Allah Resulü (s.a.v):
“Kim bir Müslüman’ın
ayıbını örterse, Allah da kıyâmet günü onun ayıbını örter. Kim de bir
Müslüman’ın ayıbını açığa vurursa, Allah da onun ayıbını açığa vurur, onu
ayıbıyla rezil eder.”
“Kim bir kardeşini (tevbe ettiği) günahı
sebebiyle ayıplarsa, o günahı işlemeden ölmez.”
*
Bizde “Ne kadar çok
kişi cehenneme gitse, bana cennetten o kadar fazla yer düşer!” gibi bir
hava var. Ne kadar da meraklıyız birbirimizi ateşe itmeye.
Ve ne kadar da uzağız,
“Ya Rab! Benim vücudumu öyle büyüt ki, cehennemi doldursun da başkasına yer kalmasın.”diye yanan Hazret-i Ebubekir’e.