Dervişin Zikri
Şu meşhur hikâyeyi hatırlayınız!
İki ama birlikte bir düğüne davet olunurlar. Düğün de
önlerine dolma ikram edilir. Âmâlardan birisi diğerine:
“Neden dolmaları çifter çifter yutuyorsun?” diye sor.
Diğer ama şaşkın şaşkın sorar:
“Sen benim dolmaları çifter çifter yediğimi nasıl anladın?
Yoksa sen âmâ değil misin?”
Ama:
“Yok, ben de görmüyorum ama ben dolmaları çifter yediğim
için senin de öyle yaptığını zannettim.”
Aslında mesaj çok ince… Ne kadar dürüstsünüz? Kendinize bakın!
Şayet insanlara güven hususunda en olunmaz senaryolardan oluşan birçok
önyargımız var ve güvensizlik yaşıyorsanız aslında siz de çok dürüst değilsiniz
demektir.
Bazı olumsuzluklara karşı uyanık olmak, bazı şeyleri olmadan
hissetmek bu yargının dışında bir feraset ölçüsüdür. Elinizde bu mekanizmayı
çalıştıracak küçük de olsa bazı veriler varsa; kendisi küçük ama sonuçları
büyük olacak bu yoklamalar sizi haklı konuma getirebilir. Hiçbir veriye ve yoklamaya
gerek duymadan zan ile oluşan ön yargılı bir bakış açısı ise karşımızdakiler
ile kendi ruh hâlimiz arasındaki benzerlikten kaynaklanır. Bu durum, mıknatısta
zıt kutupların birbirini çekerken aynı kutupların birbirini itmesi gibi bir
şeydir. Adil bir yargı için ön yargıdan kurtulmalıyız.
Bu mevzuda sanırım bizi ikna edecek en güzel hikâye kirli
cam hikâyesidir. Mahalleye yeni bir aile taşınmış. Meraklı komşusu bu yeni
aileyi göz hapsine almış. Bir pazar günü bakmış ki komşusu balkona çamaşır
asıyor, hemen perdenin arkasında kadını gözetlemeye başlamış. Sonra dönüp
kocasına:
“Yeni komşu kadın çamaşır yıkamasını bilmiyor galiba.”
demiş.
Kocası boynunu bükmüş ama hiçbir şey dememiş. Kadın, bir
hafta sonra komşusunun çamaşır astığında pencereden bakıp aynı yorumu yapmış. Aradan
bir hafta geçmiş, kadın bir de bakmış ki komşusunun çamaşırlarının tertemiz…
Hemen kocasına dönüp:
“Yeni gelen kadın sonunda çamaşır yıkamayı öğrenmiş. Bak
çamaşırlar kar gibi bembeyaz.” deyince adam dayanamayıp:
“Ben bu sabah senden önce kalkıp aylardır silmediğin
camlarımızı sildim. Temizlenmiş camlardan dışarıya bakınca ilk defa gerçeği
gördün.” demiş.
Tıpkı Mevlana’nın “Senin dünyaya bakan penceren kirli ise,
benim çiçeklerim sana çamur görünür.” dediği gibi.
Vefa duygusu da herkesin taşıyamayacağı bir haslettir. Vefa
öyle bir haslettir ki sıkleti ağır olduğundan kimi sinelere yüktür. Hep almaya
alışmış ama dostuna kendisinden en ufak bir şeyi feda edemeyen çok insan da
herkesi kendisi gibi vefasız zanneder. Hatta kendisine vefa adına gösterilen inceliklerden
de vicdanen rahatsızlık duyar. Kendisine yapılan iyiliği, izzeti, ikramı,
jesti; “aslında yapmazdı ama mecbur kaldı” veya “bakmayın öyle yaptığına,
vardır bir menfaati” gibi ifadelerle değersizleştirmek derdine düşer. Kendi
vefasızlığını, kıymet bilmezliğini, hodbinliğini örtbas etmek için başlar
karşısındakileri suçlamaya… Zann-ı sev’ de denilen su-i zannın pençesinde,
idrak nazarı perdelenen malul ruhların en bilindik silahıdır karşısında haksız
yere saldırmak. Oysa karşısındaki insanda olmayan şeyleri ona mal etmek
iftiradan başka nedir ki? Günümüz insanların birçoğunun duçar olduğu bu
hastalıklı ruh hali, toplumdaki bağları kemiren, nefreti ve firkati körükleyen
sinsi bir virüs gibidir. Perde arkasını bilmediğimiz hadiseler hakkında sanki
efradını cami, ağyarını mani her türlü bilgi ile mücehhezmiş gibi su-i zanda
bulunmak da bu virüsün yaptığı tahribatın belirtilerindendir.
Unutmayalım ki su-i zan, kalple yapılan gıybettir. Kalp ise
beyne hükmeder. Zan ile hareket eden beyin vücudun tüm azalarını bu doğrultuda
harekete geçirir ve yanlış kararlar aldırır. Tecessüsü yani mahremiyetleri
araştırmayı körükler. O zanna münhasır sadır olan söz ise sözlerin en
yalanıdır.
Zira dervişin fikri neyse zikri odur. Su-i zan, fikir hâline
geldiğinde kişinin zikri de niyeti de bu doğrultuda şekillenir. Su-i zannın
doğurduğu niyet de beyni bu üsluba yönlendiren en büyük amildir. Tersinden
okunduğunda bu üslup; hem niyetimizi hem de insanlığımızı ele vermesi
bakımından, kavli olmasa da fikri bir itiraftır aslında. Zira üslubu beyan
aynıyla insandır. Sadrımızda ne uyutmuşsak, dilimizden o sadır olacaktır ve kaleminizden
de o aksedecektir satırlarınıza…