Dertsizlik derdi
Sanıyorum yeni zamanların yeni hastalıklarından biri de dertsizliktir…
Gamsız, tasasız, duyarsız, umursamaz, vurdum duymaz
yığınların hazin hallerine tanıklık ediyoruz…
Dahası bu salgın sıradan yığınlarla sınırlı kalmıyor, duyarlı
insanlarımıza da sirayet ediyor…
Bir dertsizlik derdine düçar olduk… Dertsiz insanlara
dönüştük…
Dertsiz geçen günlerimize acımıyoruz… Günümüzü gün
etme derdindeyiz…
Tefekküre niyetimiz, muhasebeye irademiz, mücadeleye
gayretimiz tükeniyor… Rahatımızdan vazgeçmeden güzel günlerin hayalini
kuruyoruz…
Doğrusu acı gerçeğimizle yüzleşmek, düşünmek,
dertlenmek istemiyoruz…
Kul olmanın külfetini kaldırabilecek kadar dert sahibi
değiliz artık…
Gerçekten dertli olabilseydik, bu dert bizi yollara
düşürürdü… Kapı kapı gezdirirdi… Nice yalnız yüreklere yürüme gücünü kendimizde
bulabilirdik…
Çok iyi biliyoruz ki dertler bizi yürütür, büyütür ve yüceltir…
Derdimizden başka ne sermayemiz olabilir ki?
Artık derdimizin adını net ortaya koyabilmeli ve
yiğitçe arkasında durabilmeliyiz… Derdimizle anılmalı, derdimizle bilinmeli ve
derdimizle tanınmalıyız… Tabii ki derdimizin fedaisi olabilirsek… Yüksünmeden,
ödün vermeden derdimizi yüklenebilir ve de övünebilirsek… Bu iş görür…
Unutmayalım ki en çok ne ile meşgul isek gerçek
derdimiz işte odur…
Yalan dertlerin yanılgısından kurtulup sahici
dertlerin sorumluluğunu yüklenmeliyiz…
Demem o ki, Allah’ın yüce davasını gerçekten dert
edinelim ki, Allah diğer dertlerimizi bizden alsın…
Ve şunu diyelim artık: Bizim için hayat ne aşk davasıdır ne de ekmek kazanma kavgasıdır… Bizim
derdimiz Müslüman kalabilme ve insan kazanma mücadelesidir…
İşte böyle bir dertlinin, sevdası olur, kavgası olur,
rüyası olur, emeği olur, yüreği olur, özverisi olur, umudu olur…
Yine derdi olanın duruşu olur, duyarlılığı olur,
direnci olur, derneği olur, dergisi
olur, daveti olur, davası olur, duası olur…
Aslında imtihan dünyasında dertsiz insan yoktur, o halde
bir derdimiz olacaksa o da İslam olsun…
Korkum o ki, dava derdi ile dertlenmezsek, dünya kadar
derde düçar oluruz… Kaldı ki, insanın değeri neyi dert edindiğinden anlaşılır…
Gerçekten nebevi derdin neresindeyiz?
Ey dert ehli dostlar, davanıza sahip çıkın… Dertlilere
yoldaş olun…
Bireysel dertlerimize takılı kalmadan insanlığın derdi
ile dertlenelim… İnsanlık diye bir
derdimiz olsun ki, insanlık sınavında sınıfta kalmayalım…
Evet, İslam’la insanı nasıl buluşturacağız?
Aradaki engelleri, önyargıları, bariyerleri nasıl
kaldıracağız?
Hani bu dünyayı, bu düzeni değiştirecektik?
Yeter artık! Kendi kendimize, biz bize söylenmeyi
bırakalım…
Dünyaya
ne söyleyeceksek söyleyelim… Rahat durmayalım… Gürültü çıkaralım… Gürültü
rahatsız etsin birilerini… Sırası gelince gürleyelim… Mazlumların yüzü gülsün…
İnsanlık gün yüzü görsün… Meşaleleri tutuşturalım, yüzümüz ağarsın…
Dert sahibi olmak, sızlanmak, yakınmak, ağlamak değil,
çözüm üretmektir…
Ya da arada bir iki tweet, bazen de toplu mesaj atmak
değildir… Özel mekânlarımızda insanların
sohbetlerimize, programlarımıza katılmasını beklemek değildir… İnsanlara akıl
vermek, ders vermek de değildir…
İnsanların derdiyle dertlenmektir davet… Derdimizi
biriktirmemiz gerekmiyor, paylaşmamız gerekiyor… Doğru adreslere yönlendirmemiz
icap ediyor…
Evet öncelikli derdimiz ötekiler ve öte dünya olmalı…
Dertlerimiz bizim buralı olmadığımızı bize öğretmeli,
“garip bir yolcu…” bilinci ile hayatı okumalıyız… O taktirde
dünyada çektiğimiz bütün dertlerin bizi O (cc)’na yaklaştırdığını fark ederiz…
Değişmez derdimiz O (cc)’nun rızasıdır…
Son noktayı Resulullah (sav) a bırakıyoruz:
“Kimin
derdi ahiret ise, Allah onun gönlünü zengin kılar. Dağınık vaziyetini bir araya
getirir toplar. Dünya ona boyun eğerek gelir. Kimin derdi dünya ise, Allah onun
fakirliğini iki gözünün arasına bırakır. İşlerini dağınık hale getirir. Kendisi
için taktir edilen şeyler dışında dünyadan ona bir şey gelmez.”
(Tirmizi)