Dersim Katliamı -1-
Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın hiçbir kusuru, kabahati, dahli olmadığı halde Dersim Katliamından dolayı Alevilerinden özür dilemesi konusunda açıklama yapan Deniz Baykal, bu katliamı Sayın Erdoğan'ın talimatı olmadan yaşanan Uludere-Roboski ile aynı tutmasaydı bu yazıyı yayınlama gereği duymayabilirdim.
Biliyoruz ki Dersim Katliamı CHP'de uzun süre tartışılmış, raporlar hazırlanmış ve sistematik bir şekilde katliama gelinmişti. Uludere ise, çok acı olmakla birlikte devletin yetkili organlarında karar alınmadığı gibi "Sayın Erdoğan'ı sıkıntıya sokmak için" işlenmiş cinayetti. (Bu konuda yazdığım 4 yazıya bakılabilir)
Neyse ki Cumhurbaşkanı Sayın R. Tayyip Erdoğan ve başbakan Ahmet Davutoğlu bu acıları hep hissettiler. Bu hissiyat Aleviler üzerinden geçinenlere rağmen ülkedeki Alevi vatandaşlarıyla barışmayı beraberinde getiriyor.
xxx
Türkiye Cumhuriyeti, etnik temel(l)i olmayan Osmanlı imparatorluğunun bakiyesi olarak kuruldu. Demografik, inanç ve mezhep farklılıklarını zenginlik kabul eden Osmanlı imparatorluğunda Türk ve Müslüman olmayanların yönetimde görev sahibi olmalarının önünde hiçbir engel yoktu. Öyle ki Osmanlıda en önemli mali görevler saraya yakın Müslüman olmayan isimlere veriliyordu.
Ne zaman ki Cumhuriyet kuruldu, yeni konseptin temelleri atıldı, artık 'öteki'ler üzerinden ayrıştırıcı hesap dönemi de başlamış oldu. Bu konsept güvenlikçi, radikal laikçi, ulusçu, baskıcı anlayıştı. Yönetimde etnik köken, din, mezhep ve dünya görüşü esas alındı. Kamu çalışanları kategorize edildi, kimilerine şüpheyle bakıldı ve "tehlike" üzerinden düşmanlık esas alındı; o gün bugündür sorunlar peşimizi bırakmadı.
Cumhuriyet dönemindeki pek çok katliam gibi Dersim katliamına da nasıl gelindiğini resmi tarihten öğrenemiyoruz. Arşivler açıldıkça ortaya çıkan belgeler Seyit Rıza'nın başlatmış olduğu hareketin İnönü tarafından nasıl isyan olarak değerlendirildiği ve bu değerlendirme sonunda devletin neden ve nasıl katliam yaptığı da netleşiyor.
Biliyoruz ki Cumhuriyet kurulur kurulmaz Türkleştirme operasyonu başlayınca yüzyıl sürecek Alevi ve Kürt sorunu da başladı. Türkleştirme projesi sadece lisan değişikliğini kapsamıyordu; bu proje ile modernleşen ulusçu, jakoben devletin bütünüyle değişim dönüşümü düşünülmüştü ki bu da bütün unsurların değerler sisteminin yok olması anlamına geliyordu. Sünni dindarları, Alevileri, Kürtleri rahatsız eden de bu "yabancılaşma" projesiydi.
Oysa 1921 anayasası hazırlanırken bölgelerde ademi merkeziyetçi anlayış esas alınmıştı. Dinler, mezhepler, diller sorun olarak algılanmıyor, bu durumun Cumhuriyetle birlikte genişletilmesi, daha da işlevsel hale getirilmesi bekleniyordu.
Hatta M. Kemal İzmit basın toplantısında Ahmet Emin Yalman'a: "Kürt meselesini yerel özerklikle çözeceğiz" diyerek "ötekiler"in haklarıyla ilgili çözümünü ifade etmişti (16u201317 Ocak 1923). Beklenenin aksine 1924 anayasası ile ülkenin rotası katı merkeziyetçiliğe kaydı. Mustafa Kemal'in bu düşüncesini neden terk ettiğine dair tatmin edici bir cevap bulmuş değilim.
Bu süreçte meydana gelen Şeyh Said hareketi (Şubatu20131925) Cumhuriyet hükümetinin Kürtlere ve Doğuya bakışını ve baskısını daha da keskinleştirmişti. Artık bu tarihten sonra M. Kemal'i ciddi bir şekilde etkileyen DEVLET RAPORLARInın devreye girdiğini görüyoruz.
Bu raporlarda "ŞARK-KÜRT-ALEVİ SORUNU" farklı iki siyasi akımın damgası görülmektedir. Burada Celal Bayar'ın hazırladığı raporlar soruna silahsız çözümü esas alırken, Fevzi Çakmak, Abdulhaluk Renda, İnönü ve siyasi olarak bu iki isme yakın olanlar ise raporlarında sorunu güç kullanarak (kan akıtarak) bastırma esas alınmaktadır. Burada acı olan bütün raporların hedefinin "Türkleştirme" amacı taşımasıdır. Öyle ki, buna karşı çıkanların "hizmetçi ve köle olma" dışında bir tercihte bulunmalarına imkan tanınmıyordu.
Ne demişti Mahmut Esat Bozkurt?
"Benim fikrim ve kanaatim şudur ki, memleketin kendisi Türk'tür. Öz Türk olmayanların bu vatanda tek bir hakkı vardır; hizmetçi olmaktır, köle olmaktır."
Irka dayalı devlet kurmak için kan akıtmaktan zerre kadar çekinmeyen ırkçılar, ulusçuluk anlayışını Alman ulusalcılığı düşüncesinden aldıkları için Fransız tipi "vatandaş"lık yerine "ırk/çılık" eksenli devlet kurmayı hedefliyorlardı. İnönü;
"Vazifemiz, Türk vatanı içinde bulunanları mutlaka Türk yapmaktır. Türklüğe ve Türkçülüğe muhalefet edecek unsurları kesip atacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız nitelikler her şeyden evvel o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır" diyordu.
Ya Fevzi Çakmak? Bakın Çakmak o günlerde nasıl bir öneride bulunuyor;
"Dersim evvela koloni (sömürge) gibi ele alınmalı. Türk camiası içinde Kürtlük eritilmeli, ondan sonra da aşamalı öz Türk hukukuna tabi tutulmalıdır."
Tekçilik ve inkarcılık "devletin imanı" gibiydi. Hatırlayın orgeneral Aytaç Yalman'ın "bizler o dönemde Kürtler yoktur diye eğitilmişiz, Kürtleri Türklerin bir kolu olarak görüyoruz" itirafını. Yalman, bu sözlerini daha birkaç yıl önce söylemişti. Aralarında İnönü'nün, 1935'te Meclis başkanı olan Abdulhaluk Renda'nın, Fevzi Çakmak'ın "Kürtleri Türkleştirelim" tezlerine ne demeli? Bütün "ötekiler"i kışkırtan bu anlayış bütün sorunların sebebi olmuştur.
Netice itibariyle Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun üzerinden 15 ay geçmişti ki Şeyh Said hadisesi başladı. Yalnız bu mu? 1925u20131938 yılları arasında 17 isyan gerçekleşti. İşin düşündürücü tarafı 17 isyana rağmen yetkililerin kendilerine "nerede yanlış yaptık" sorusunu sorma gereği duymamalarıdır.
İşte sizlere ibreti alem bir belge, bu belgede ittihatçı aklın halkımız için düşündüğü jakobenizmi rahatlıkla görebiliriz.
"Veteriner alınırken bile Türk ırkından olmak"şartı aranıyordu.
İşte "yurtta 'dil, ekin, kan birliği'nin temini" maksadıyla konan madde:
"u2026 yabancı ekimlilerin veya Türk ekimli olup da Türkçeden başka dil konuşanların yeniden bir köy, bir mahalle, hatta bir blok meydana getirmeleriniu2026 birisinin bu yolda bir şey hazırlamasını yasak etmektir."Bunu "memlekette ekin ve kan birliği temin etmeku2026" maksadıyla hükümete "göç ve tabiiyetten düşürmek" için yetkiler verilmiştir.
Bununla kalsa neyse, bakın nelere yasak getirilmiş ve neler zorunlu hale getirilmiştir:
"u2026 Herhangi başka bir dil konuşanlarınu2026 Çarşı ve pazarlarda, meydanlarda, bütün umumi yerlerde, daha sonra evlerde ve en son her yerde Türkçeden başka dil söylenmesini yasak etmek ve başka adet, oyun, kıyafet, başka türkü ve şarkıları velhasıl başkalığa delalet eden her şeyi kaldırmaku2026 Bunu hükümetin ihtiyarına/tercihine bırakmak doğru görülmediğinden bu iş hükümete mecburi iş olarak verilmiştir. Hükümet bu birliği gerçekleştirmek için mecbur edilmiştir." İskan Kanunu Muvakkat Encümeni Raporu, 27 Mayıs 1934.
Devam edecek...
Twitter: @ahmetay_