Depremin yaraları Sanatla Sarılıyor
Kahramanmaraş merkezli iki büyük depremin yaraları sanatla sarılıyor. Şairler, yazarlar, ressamlar, müzisyenler, sinema ve tiyatro sanatçıları özellikle çocuklara yönelik yoğun faaliyette bulunuyor.
Hepimiz haftalardan beri “asrın felaketi”ni yaşıyor, konuşuyoruz. Şüphesiz daha uzun zaman bu tesirin altında kalacağız. İnşallah bu afetten herkes gereken dersi alır, bundan sonra ona göre adımlar atılır. Yabancı kurtarma ekipleri memleketlerine dönerken milletimizin yardımlaşma duygusuna hayran kaldıklarını açıkladılar. Hakikaten biz böyleyiz. Zor zamanların insanlarıyız. Bu deprem başka yerde yaşansaydı o ülke büyük ihtimalle toparlanamazdı. Ama biz Allah’ın izniyle yaralarımızı sarıyoruz, acılarımızı da dindireceğiz.
Deprem bölgede olanları ve olmayanları çok etkiledi.
Ama en çok tesir altında kalanlar da masum çocuklarımız. Bilhassa depremi
yaşayan, hatta enkaz altında kalan yavrularımız. Çocukların normal hayata
dönebilmesi için devletimiz elinden geleni yapıyor. Doktorlarımız,
psikologlarımız, eğitimcilerimiz, sivil toplum kuruluşlarımız seferber olmuş
durumda. Kimi oyuncaklarla çocuklarımızı sevindirirken birçok genç kız ve anne
de yaptıkları ‘bez bebek’leri bölgedeki kız çocuklarına ulaştırıyorlar. Herkes
depremzede çocuklarımızı şefkatle, merhametle kucaklıyor, onlara yardımcı
oluyor. İçeriden ve dışarıdan yapılan yardımlar yerlerine ulaştırılıyor. Depremi
yaşayan 11 şehrimizde bulunan bazı aileler, farklı illere taşındı, tabii
çocuklar da ayrı bir ortama geçti. Okulları da değişti, öğretmenleri de. Artık yeni
sınıf arkadaşları var. Bu değişimin onların ruhunda müspet duygular
uyandıracağına inanıyorum. Tabii bu konuda özellikle eğitimcilerimize ve
depremzede çocukların yeni sınıf arkadaşlarına büyük görevler düşüyor.
SANAT İYİLEŞTİRİR
Psikologlar, büyük felâketlere duçar olan
çocuklarımızın sanatla rehabilite edilebileceğini, oyun merkezli sanatların
çocuklara yaşadıkları tramvayı atlatabileceğini belirtiyorlar. Nitekim durumdan
vazife çıkaran birçok resmî ve özel kuruluşun temsilcileri, çeşitli çalışmalarla
çocuklarımıza moral aşılamaya başladılar. Bu alanda öne çıkan kuruluşlarımızdan
biri de TRT’ydi. “Çocukların Yüzü Solmasın” sloganıyla hareket eden TRT’nin
Genel Müdürü Mehmet Zahid Sobacı, bölgede düzenlenen programa katıldı. Çocuk
merkezli faaliyette, TRT Çocuk’un sevilen kahramanlarından Pırıl, Arslan ve
Akıllı Tavşan Momo’nun maskotları da çocuklarla bir araya geldi. Ekranlardan
seyrettikleri kahramanlarla beraber şarkılar söyleyip oyunlar oynayan çocuklar,
doyasıya eğlendiler. “TRT Gezen Sinema Tırı”nda ise TRT Çocuk’un sevilen çizgi
filmi “Rafadan Tayfa”nın özel bölümleri gösterildi. TRT bünyesinde yayımlanan
kitap ve dergiler de çocuklara armağan edildi.
SANATÇILAR BÖLGEDE
Depremin yaşandığı 6 Şubat gününden itibaren birçok
vakıf ve dernek yöneticileri ve mensupları, yardım için bölgeye koştu. Bu
kuruluşlarla birlikte depremin yaşandığı şehirlere giden yazarlar, sanatçılar
ve kültür insanları, yetişkinlerle sohbet ederken, çocuklarla da ilgilendiler
ve onlara moral verdiler. Depremzede çocuklar, gösteri sanatlarını icra eden
sanatçıları, müzisyenleri, tiyatro ve sinema oyuncularını gördüler, moral buldular.
Bazı yayıncılar ise çeşitli kampanyalar düzenleyerek topladıkları kitapları,
bölgede kütüphaneleri yıkılan çocuklara ulaştırdılar. Elbette bu kısa vadeli
çalışmaların yanı sıra uzun vadeli çalışmalar da hazırlanıyor ve bunlar da en
yakın zamanda yerine ulaşacak. Depremle ilgili resim yapan ressamlarımız,
bölgeden fotoğraf çeken fotoğraf sanatçılarımız, asrın felaketini filmlerine ve
oyunlarına taşımak isteyen sinema ve tiyatro yönetmenleri, yazarları da boş
durmuyor. Sanıyorum bu çalışmaları da önümüzdeki aylarda görebileceğiz.
Kanaatimce bunlar, hayırlı birer faaliyet olacak ve depremi kısa sürede
unutmamızı engelleyecek.
BİRİCİK GÜNDEMİMİZ
Artık deprem konusu, gündemimizden hiç düşmemeli,
düşemez. Mademki başta İstanbul olmak üzere bazı şehirlerimizde yeni büyük
depremler bekleniyor. Öyleyse hiç rehavete kapılmadan bu tedbirler üzerinde
durmalı, düşünmeliyiz. Şüphesiz meselenin teknik ve sosyal yönlerini
uzmanlarına bırakacağız ama herkes kendi alanında çok kıymetli çalışmalar
yapabilir. Eğitimciler, okullarda bu konuda sürekli olarak öğrencilerini
aydınlatmalı. Resmî dairelerin yöneticileri de çalışanlarına malumat vermelidir.
Hele medyaya büyük görev düşüyor. Sığ, basit, sun’i gündemler artık terk
edilmeli. Son günlerde yapıldığı gibi deprem uzmanları bir iki aylığına değil
sürekli olarak konuşturulmalı, birikimlerinden faydalanılmalı ve toplumumuz
çeşitli bakımlardan uyarılmalıdır. Bugünlerde düzenli faaliyet gösteren birçok
vakıf ve derneğimizin toplantılarında depremin konuşulduğuna şahit oluyoruz. Kuşkusuz
bu hassasiyet önemlidir. Yayıncılar da bu saha ile ilgili ciddî ilmî yayınlar
yapmalı, okuyucularını yayımlayacakları kitaplarla aydınlatmalıdırlar.
ŞAİRLERDE HÜZÜN
Sanatçılar arasında en duyarlı olan kesimlerin başında
şairler geliyor. Kimi yaşanan felâketleri hemen kaleme alabiliyor, kimi de bir
süre sonra duygu ve düşüncelerini yazabiliyor. Ruhundaki fırtınaları aylar
sonra dile getirebilenler de mevcut. Dolayısıyla şairlerimizin hislerini bir
araya getirecek yazıyı daha sonraya ertelerken Antakyalı şair Ali Yüce’nin
1956’da yazdığı “Antakya Sokakları Dar” mısraları ile şimdilik yetinelim.
Yaşadığı şehre sevdalı olan şairimiz, şehrin dar sokaklarını anlatırken şöyle
diyor: “Antakya sokakları dar,/Antakya sokakları bir kişilik,/Sen giderken ben
gelemem,/Bir gönlümü bahar almış,/Bir gönlümü yaz./Antakya sokakları bir
kişilik;/Öte git biraz.”
HATAY ŞEHRENGİZİ
Hayatımda hüzünle okuduğum kitapların başında
bugünlerde elimden düşürmediğim Hatay
Şehrengizi geliyor. Kitap geçen ay Hatay Vakfı Kültür Yayınları arasında
çıktı. Kaleme alanlar, şehir şehrengizlerinin üstadı olan muhterem Kâmil Uğurlu
Beyefendi ve kıymetli eşi M. Hilâl Uğurlu Hanımefendi. Büyük boy ve titiz bir
çalışma ile hazırlanmış olan bu müstesna eser, kapağından son sayfasına kadar
size melal veriyor. Her sayfayı açışta kederiniz artıyor. Zira artık bu kitapta
anlatılan o güzelim Hatay yok! Başta Konya
Şehrengizi olmak üzere bugüne kadar altı kıymettar şehrengizi kültür
hayatımıza kazandıran Kâmil Uğurlu, bu yeni seçkin eserini “Hatay’a farklı bir
pencereden, ‘güzellikler penceresinden’ bakmak istedik. ‘Yedinci Şehrin gizi’ni
yazabilmek fırsatını lütfeden Mevlâ’ya hamdederek…” diyerek lütfedip fakire
imzalamış. Editörlüğünü İbrahim Ünal Kahraman’ın yaptığı eser, Hatay’ı bütün
‘eski’ güzellikleriyle bir tablo gibi gözümüzün önüne seriyor. Camileri, çeşmeleri,
çarşıları, evleri ve diğer mimari eserleri ile şehrin ihtişamını ve zarafetini
yansıtan kitabı okurken içimden hep “Acaba
bahsedilen yer aynen duruyor mu?” diye bir endişe duydum. Habib-i Neccar
Camii’ne geniş yer ayrılmış. Bu asırlık tarihî eserin neredeyse tamamen yıkıldığını
öğrendiğim için üzüntüm katmerlendi. Ömrünü bu güzide şehrimize hasreden Hatay
Vakfı Başkanı Mehmet İhsan Aydeğer, sunuş yazısında şehrin niçin çok farklı
olduğunu anlatıyor.
BİR ŞAİRİN GÖNÜL GÖZÜYLE
Kâmil Uğurlu çok iyi bir şair. Şehir ve Kültür dergimizde her ay önce onun şiirini okuyor, sonra
diğer yazılara geçiyorum. Yahya Kemal ve Ahmet Haşim gibi hem şiiri, hem de
nesri güçlüdür. Dolayısıyla eseri bir roman tadında okuyabiliyorsunuz. Takdim
yazısının başlığı bile şehrin en çok kullanılan sempatik kelimesiyle
taçlandırılmış: “Baştâcı”. Yazının sonundaki şu satırlar nasıl bir şehirden
bahsedildiğini bir nebze göstermeye kâfi: “Hatay üzerinde çalışırken şehir bize
çok şey öğretti. Onu, akşama hazırlanırken seyrettik. Sabahın erken saatlerinde
doğan ve ışıklarını ipek bir yorgan gibi Asi’nin üzerine seren güneş ile akşam
vakti batan yorgun güneşin aynı güneş olmadığını gördük. Şehrin bir günde
değiştirdiği bunca kıyafetleri ve aldığı şekilleri hayretle ve heyecanla izledik.”
AH HATAY, VAH MARAŞ
Eserde şehrin tarihi var. Müslüman Türklerin sahip
olduğu Büyük Selçuklu Devleti’nin şehr fethi, tafsilatlı biçimde anlatılıyor.
Sonra şehrin farklı zamanlarda el değiştirmesine değiniliyor. Paylaşılamayan
bir şehir. Eserin üst başlığı “Medeniyetler Bahçesi”. Muhtelif medeniyetlerin,
farklı dinlerin, değişik kültürlerin yaşandığı Hatay’daki müsamaha iklimi ise
okuyucuyu daha da düşündürüyor ve imrendiriyor. Sadece Habib-i Neccar Camii’nin
hikâyesi bile bir efsaneler denizi. Cami, Roma döneminde bir mabed, Bizans
döneminde kilise, İslam hâkimiyetinde ise camiye çevriliyor. Ama hep Allah’ın
anıldığı bir kutsal yapı. Hatay tarih boyunca ölümlü büyük zelzeleler yaşamış.
Yani tam bir deprem şehridir ne yazık ki. Diğer tarihî yapılar gibi Habib
Neccar da hırpalanmış, sarsılmış ama yıkılmamış. Yaşadığı “asrın felaketi”nde ise
artık dayanamayıp tamamen yıkıldı. Şimdi diğer camiler ve tarihî yapılarla
birlikte yeniden eski mimarisine uygun olarak ihya edilecek.
ŞEHRİN ÇINARLARI
Kitapta canlı tanıklar ve hatıralar eşliğinde şehrin
tarihçesi mükemmel biçimde anlatılıyor. Farklı milletlerin hüküm sürdüğü
Hatay’da yaşanmış efsaneler gözümüzün önünde canlandırılıyor. Halkın
unutamadığı renkli tipler, iç ve dış portreleriyle bize tebessüm ediyorlar.
‘Uzun Çarşı’nın Uluları’ sadece bir başka yaralı şehrimiz Gaziantep’te yok
Hatay’da da mevcut. Geçmişten günümüze şehrin serencamı bizi hem gönendiriyor,
hem de unutulan bazı meslekleri, gelenekleriyle efkârlandırıyor. Şehri geçmişte
ayakta tutmuş olan namlı kunduracılar ve diğer meslek erbabı önemli. Eserin
bütün bölümleri, sayfaları dikkatle okunuyor ama şehirle yakın münasebetleri
olmuş üç büyük sanatkârımızın, Mehmed Âkif Ersoy’un, Tatyos Efendi’nin ve Cemil
Meriç’in buradaki yaşayışları, unutulmaz hatıraları ayrıca kayda değer. Mesela
merhum mütefekkir yazarımız Cemil Meriç’in çocukluğu bu şehirde geçmiş. Millî
fikir anlayışımıza vakıf olan, medeniyetimize, irfanımıza ve edebiyatımıza
hakkıyla aşina olan Kâmil Uğurlu, değerli eşiyle birlikte hazırladığı bu esere
hakikaten âdeta benliğini vermiş. Şehrin ruh fotoğrafını çekmişler. Hatay,
cümle birikimi, meziyetleri ve faziletleriyle birlikte kendisini bu mümtaz
aileye göstermiş.
Beni çok hüzünlendiren bu kitap, elbette Hataylı
dostlarımıza gözyaşları döktürecektir. Hangi kıymetleri, neleri yitirdiğimizi
yakinen görecek ve hasret giryelerini ellerindeki kitabın sayfalarına
akıtacaklardır. Ama bu eserlerin varlığı da kıvancımız, zenginliğimizdir. Zira
bu tür eserlerle yıkılan şehirler yeniden ayağa kaldırılabilir. En büyük
dualarımdan biri, aziz yazarımızın diğer 74 şehrimizin de şehrengizlerini
kaleme almasıdır. Şehirlerimizin destanını yazan aziz yazarımızın ömrüne
bereket diliyorum.