Depremin Verdiği Mesaj
Büyük bir felaket yaşadık. Deprem üzerimizden silindir gibi geçti. Sadece bedenlerimizi değil ruhlarımızı da ezdi, paramparça etti. Belki sadece inançlarımız ayakta ve onunla kırılan yerlerimizi tamir etmeye çabalıyoruz. Neresinden bakarsak bakalım yaralıyız. Deprem belki sadece on şehri yerle bir etti ama memleketin bütün organlarında doku ezikliği var.
Deprem ile hayat
arasındaki ilişki ölüme gönderme yapıyor. Hayatı geçici de olsa askıya aldığı
için deprem fizyolojik ölümün habercisidir. Diğer bütün afetlerden çok daha
kaba saba, çok daha parçalayıcı olduğundan dolayı aynı zamanda ölümün kaba
sureti olarak arzı endam eder. Dramatik depremlerde yaşanan şok doğrudan
doğruya hayatın dondurulması veya silikleştirilmesinden dolayı gerçekliğin
yerine gerçek dışının ikame edilmesi ile ilgilidir ki büyük acılarda içinden
geçilen sürecin rüya mı gerçek mi olduğuna yönelik zihin bulanıklığı buradan
kaynaklanır. Son aşamada bütün bilinç kilitlenmeleri hafızanın donmasıyla
ilgilidir ve depremler tam olarak hafızayı bulunduğu noktaya kilitler.
Başlangıçtan
beri kutsal kitaplarda depremlerin ölümü hatırlatıcı misyonuyla sunulmasının
sebebi tam da budur: Ölümü unutarak yaşayan insanlar ansızın onun soğuk yüzüyle
karşılaşırlar ve önce şaşırır, sonra derin bir acıya gark olurlar. Deprem şunu
söyler: Hiçbir şey olduğu gibi kalmayacak. Burası kelimenin gerçek anlamıyla
kısa bir konaklama yeridir. Bunu unutmayın. Eğer unutulacaksa hayata dair
imgeler unutulmalıdır ama bilinmelidir ki ölüm hayattan daha gerçektir. En
azından burada, bu geçici konaklama yerinde, bu her daim ayaklarımızın altından
kayan yumuşak zeminde ölümün gücü hayatın gücünden çok daha fazladır, nüfuz
alanı çok daha geniştir. Zamanın görünmez ihanetine mekanın görünür ve gözümüzün
içine sokulan sert kıymığının eşlik etmesidir bu yönüyle her deprem. Bu,
elbette hiçbir zaman kendini mutlak bir kaderciliğe terk etmek, olanı olması
gerektiği biçimiyle yorumlamak anlamına gelmez, gelmemelidir. Aynı deprem,
başka memleketlerde de yaşanıyor ve daha az zayiatla atlatılıyorsa kaderin
yanına, belki de aynı hizaya, aynı satıra bir de ihmal, iş bilmezlik,
liyakatsizlik, para hırsına yönelik tasarrufları da eklemek gerekir. Bu
kaderdir deyip geçmemeli, boyun bükmemeli, kötülükle mücadele etmelidir.
Depremle
yaşamayı bilmek, ölümü koynunda taşımaktır. Ölüm oradadır, göğüs kafesimizin
arasında, hücrelerimizin içinde, her dair aldığımız nefeste, verdiğimiz
solukta... Ve bu asla değişmeyecek. Deprem var olan ve unutulmuş olanı
gözümüzün içine sokarak bizi derinden sarsan ve kodlarımıza dönmeyi buyuran,
dolayısıyla insanlığımızı, yeniden, bir daha hatırlatan en önemli uyarıcılardan
biridir. Zemin insafsızdır ve her an yarılabilir der o. Sadece uyanıkken,
teyakkuz halinde değil fakat aynı zamanda uykuda bile hazır olun ölüme der
öteki taraftan da.
İçinde mesaj
taşımayan hiçbir deprem yoktur. Bireysel veya toplumsal, psikolojik veya
sosyolojik, maddi veya manevi mesajların hepsi bir yıkımın ardından
sorgulamayı, o sorgulama eşliğinde olanın, bir daha olmamasına yönelik yeni
tasarrufları beraberinde getirir. Böylece deprem bize şunu söyler: Ey insanlar
ölüm her yerde ve her daim sizi bekliyor, bunu bilerek yaşayın. Ey toplumlar
insanlara iyi davranın ve insanlığınızdan asla vazgeçmeyin çünkü ölüm bireyler
için olduğu kadar toplumlar için de hazır bekliyor. Ey ruhlar korku ile umut
arasında bir denge kurun, korkuyla hayatınızı karartmadığınız gibi umudu da
gerçeğin önüne yerleştirmeyin. Zenginliklerinize güvenmeyin, tek bir deprem bütün
birikimlerinizi alıp götürebilir. Deprem de ölüm gibi eşitleyicidir; insan
seçmez, zengin-yoksul ayrımı yapmaz.
Deprem uyarır.
Ölenler öteki tarafa geçtikleri için en çok geride kalanları ikaz eder. Enkazın
altında kalanlar daha çok etkilenirler. Çünkü onlar, depremin söylemine en
yakın olanlardır, o sesi birinci elden duyanlar… Ancak “kızım sana söylüyorum,
gelinim sen anla.” atasözünde olduğu gibi kendisine söz söylenen kız olduğu
halde ileti geline yöneliktir ve burada asıl mesaj geride kalanlaradır.
Evlerinizi sağlam yerlere, sağlam biçimde yapın diyor deprem. Karakterinizi
sağlam inşa edin ki varoluşlarınız depreme kurban gitmesin. Hem karakterin hem
de betonun malzemesinden çalmayın. Yüce Allah İsra Suresi 14. ayette “Biz her
bir insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık.” diyor. Çabayı, eyleyişi
kadere bağlamıyor, kaderi çabaya bağlıyor. Kaderin biçimlendirici öğesi olarak
davranışı öne çıkarıyor. Bu da kader deyip savuşturulan ne varsa onun kaderimiz
olmaya devam edeceğini gösteriyor. Çaba kaderin birincil öğesi, en değerli
parçasıdır. Çaba değişmeyince kader de değişmez. Acziyetlerimizin,
ufuksuzluklarımızın, öngörüsüzlüklerimizin ve zaaflarımızın suçunu kadere atmak
hem kendimize hem de kadere, kendi kaderimize haksızlıktır. Hiç kimse kendi yanlış
kararlarına, kendi noksan tasarruflarına kaderi ortak etmesin. Suçlu kader
değil, kaderi yanlış uygulamalarının ortağı kılanlar, araçsallaştıranlardır.
Kitab’a ve
kadere inancımız tamdır. Yeter ki doğru anlaşılsın, doğru anlam verilsin, doğru
anlatılsın. Anlamamak ve yanlış anlamak Kitab’a dahil değildir çünkü.