Deprem yazısı değil, "Pazar" yazısı!..
Evet, bir “Cuma Pazarı” yazısı.
Çocukluğumuzun
geçtiği Haseki-Fındıkzade semtindeki haftalık Cuma Pazarı, birçok dar sokak
üzerinde kuruludur.
Bazı sokaklar
öyle dardır ki, bir yana park edilmişse, iki küçük otomobil yan yana geçemez.
Bugünlerde,
depremzedelere mezar olan “eskimiş
binaları” konuşuyoruz malûm…
Cuma
Pazarı’nın kurulduğu sokaklarda, dünya kadar “bitişik
nizam” eskimiş apartman vardır.
Bunların
çoğu 1960’larda, 1970’lerde ve o günün “denetimsizlik” ortamında, hazır betonun
bilinmediği zamanlarda dikilmiştir.
O günün
şartlarında inşa edilmiştir, “ApartUman
olsun da çamurdan olsun!” dediğimiz yıllarda.
Buradaki
“bağımsız bölümlerden” önemli bir bölümünü de, Almanya ve diğer “gelişmiş” memleketlere, “Para biriktireyim, bir apartman dairem
olsun.” diyerek göçen kardeşlerimiz satın almış, kiraya vermiştir.
***
Ben
küçücük bir çocukken, oralarda incir,
dut ağaçlarından istifade ettiğimiz, bin türlü oyun oynadığımız “arsalar” vardı.
Biraz büyüdüğümde
hiçbiri kalmamıştı.
Şimdilerde
oralarda, nefes alacak yer yok desem yeridir.
İşte, o
semtte sadece İstanbulluların değil, başka şehirlerden, ülkelerden gelenlerin
de çok rağbet ettikleri bir Pazar kurulur…
Her Cuma.
Bazı
sokaklarında sebze meyve, bazı sokaklarında ise elbiseden çantaya her türlü “marka” ürünün satıldığı tezgâhlar…
Kadın
kıyafetleriyle ve bin nükteyle müşteri çağıran esnafları izlemek hayli
eğlenceli olur bu Pazar’da.
Ha şunu da
unutmayalım:
Bütün semt
pazarlarında hanım müşteriler daha fazladır ama burada büsbütün fazladır.
Birçok hanımefendi,
bebekleri kucaklarında, çocukları ellerinin altında alış veriş yapar Cuma
Pazarı’nda.
***
Ben biraz
tuhaf bir adamım galiba!
Aklımda “başka şeyler” olur hep…
Mesela…
Namaza
başlamanın nasip olduğu günlerde, kafama “Bunca
esnaf, Cuma vakti alışverişte olan birçok beyefendi, etrafta nice cami olduğu
halde Cuma Namazı kılmıyor! Esnafların bir kısmı, mallarının başında durmak
için gidemiyor camiye! Acaba bu Pazar, mesela Cumartesi günü kurulsa nasıl
olur?” düşüncesi takılırdı.
O yıllarda
“deprem meselesi” yoktu
gündemimizde.
Fay
hatları da bilinmiyor muydu, ne?
Deprem, Marmara
Depremi’nden sonra hayatımıza girdi.
Zaman
zaman unutsak da, her deprem bize hatırlattı, “eksikliklerimizi,
ihmallerimizi”.
O gün
bugün, Cuma Pazarı’nı daha da fazla düşünürüm işte.
Niçin
düşünürüm?
Bebeklik,
çocukluk yıllarım oralarda geçmiş ya…
Daha çok
bundan dolayı olmalı.
Şöyle
derim kendi kendime:
“Bunca dar
sokak üzerine kurulu çok kalabalık bir Pazar.
Etrafta bitişik nizam apartmanlar…
Nefes
alacak yer bile bırakmamışlar!
Bir Cuma
günü… Buralar böyle dopdolu iken…
Allah
muhafaza, bir yıkıcı deprem olsa!..
Olmaz mı
ya, günü saati mi belli bunun, ne zaman olacağı belli mi?
Öyle bir
şey olsa Allah korusun, bunca apartmandan yıkılanlar
nereye yıkılır?
O dar
sokaklara sıkışmış pazarcılar, müşteriler nereye kaçar?
Validem de
gidiyor bazen o pazara...
O nereye
kaçar?
Ambulanslar,
diğer yardım araçları buralara nasıl girer?
Üst üste
alış veriş yapmayı bırakan insanlarımız panik halinde kaçışırken birbirlerini
ezmezler mi?
Deprem bir
yana…
Tam da bir
Cuma günü, Allah muhafaza bir tüp
patlasa, bir yangın çıksa, ne bileyim acil müdahale gerektiren bir başka
sıkıntı olsa itfaiye araçları ne yapabilir? Daracık sokaklar ve o sokaklarda
kurulan tezgâhlar… Onbinlerce insan…Araçlar
içeriye nasıl, ne kadar zamanda girebilir? Yangın mahalline ne kadar
vakitte müdahale edebilir?”
Bunları
düşünürüm, belki de yaşadıklarımız beni fazla evhamlı hale getirdiğinden…
Sonra…
Kendimi,
mesela, kentsel dönüşüm için hayli gayret sarf eden ve önü “Eski Türkiye”
unsurları tarafından sürekli olarak tıkanmak istenen Fatih Belediye Başkanı’nın
(ya da bir başka “yetkili”nin) yerine
korum…
Derim ki;
“Bu pazarı mutlaka boş ve büyük bir
alana taşımak lâzım. Bunca esnafı mağdur etmeden, pazara ilgiyi düşürmeden…
Öyle bir yer olmalı… Olmalı da neresi?”
Bakarım,
bakarım aklıma bir yer gelmez…
Her taraf
dolmuştur zira, nefes alacak yer kalmamıştır.
Aklıma “Cuma gününü de değiştirmek lâzım, rahat
rahat Cuma namazına gider esnaf!” demek de gelir.
“Amaaan, şimdi bir de laiklik
tartışmaları” der,
geçerim!
***
Evet,
evet...
Cuma
Pazarı’nı bu dar alandan mutlaka kurtarmak gerekmektedir.
Biri bana itiraz
eder:
“Ölüm
insanı her yerde yakalamaz mı! Cuma Pazarı’nı buradan kaldırsan da, belki
gidilen yerde yakalanırsın ölüme!”
Tamam da…
“Tedbir”
tarafı ne olacak meselenin?..
Sonra…
Bu pazarı
oradan kaldırmaya kalksalar…
Olabilecekler
geçer zihnimden…
Bunun “meslek odası” vardır, muhalefeti
vardır, sosyal medyası vardır.
Ben
Belediye Başkanı olsam –diyelim ki bir alan bulabildim- başka yere taşımaya
kalksam neler yaşarım?
Ne esnaf
düşmanlığım kalır, ne millet düşmanlığım!..
O “Cuma günleri
araç yanaştırılamaz eski apartmanların” sakinleri, oralarda daire sahibi
olanlar da tepki gösterebilirler bana.
Destekçilerimden
bile ikazlar gelir;
“Şimdi sırası mı pazarla uğraşmanın,
genel seçime, yerel seçime ise bu kadar vakit kalmışken!” yollu ikazlar
Sosyal
medya saldırır, cep telefonunun kamerasını açan röportajlar yapmaya başlar, pazar
esnafıyla, çevre halkıyla, pazara memleketin, hatta dünyanın dört bir yanından
gelenlerle…
*
“Evham” bu, durur mu?..
Allah
muhafaza böyle bir vaziyet olsa…
Bir Cuma
günü, başımıza böyle bir felâket gelse ve o pazar yoğunluğunda olması gerektiği
gibi müdahale edilemezse...
Eminim ki,
bugün bu işlere hiç girmeyen niceleri, o gün suçlayacak adam ararlar…
Burada
böyle bir pazara müsaade edilmesinin “hata”,
hatta “suç” olduğu temasının işlendiği yayınlar yapılır, muhalefet de çatır çatır
söyler bugün söylemediklerini!
Hatta
bugün söylediklerinin tam tersini!
*
Neyse
uzatmayalım…
İşte size
hiç de deprem yazısı olmayan bir yazı!
Yaşadıklarımız
beni fazla evhamlandırmış olmalı!..
Kusuruma
bakmazsınız değil mi?
Özür
dilerim, duyamadım?
Ha, evet,
Aynı durumda olan başka pazarlar da
var!..
Doğru
söylüyorsun kardeşim!..
Şimdi
düşünüyorum da…
Bu yazıyı
kaleme alana “Cuma Pazarı’nın içinde bulunduğumuz
gündemle ne alâkası var?” diye tepki gösterenler bile olabilecektir…
Yok, bu
yazının gündemimizle hiç alâkası yok!
Özür
dilerim, vaktinizi aldım!