Deprem ve Tarafgirlik Körlüğü
6 Şubat 2023 Pazartesi günü Kahramanmaraş merkezli 7,6 ve 7,7 şiddetinde iki kıyamet koptu sanki. Öyle değil mi? Şehit olanların kıyameti oldu, sağ kalanların ise hayata dair ikinci bir şansları.
Anne ve babasının naaşları
altında yaşamla ölüm arasında gidip gelen, kendisine uzanan kurtarıcısının
elini görünce gözleri hayat ışığı ile parlayan 13 yaşında ki İkranur Arslan
asrın felaketinin tarifi değil miydi?
Almanya büyüklüğünde bir
alanı kaplayan büyük yıkım karşısında Dünya ülkelerinin şaşkınlığı yaşanan acı
tablonun ispatı hükmündeydi.
11 ilde etkisini gösteren
deprem karşısında binlerce bina yıkıldı. Binlerce insan enkaz altında kaldı. Böylesi
bir durum deprem senaryolarında bile düşünülmemişti.
Oldukça geniş ve güçlü
bir etkiye sahip depremde arama kurtarma ekipleri hangi enkaza yetişeceklerini
şaşırmışlardı. Her taraftan yükselen imdat sesleri insanlığın çaresizliğinin
acı haykırışıydı.
Vakit insanlığı enkazdan
çıkarma, hayata tutunmalarına vesile olma zamanıydı. Devlet ve millet tek
yumruk olmuş, enkaz altından yeniden diriliş destanını yazmaya çabalıyordu.
İnsanlık böylesi bir afet
karşısında tek yürek olmuş bir milletin destansı organizasyonunu hayranlıkla
izliyordu. Siyasi çekişmelerin bir kenara bırakılarak böylesi bir acı ve
metafizik kaygı karşısında susması gereken muhalefet ve bazı aktörler öyle
yapmadı.
Daha enkaz altındaki
hayatlar kurtarılmayı, çıkarılan cenazeler defnedilmeyi beklerken bu kesim depremin
olduğu ilk andan itibaren iktidarı depremin tek suçlusu ilan ederek söylemleri
ile dövmeye başladı.
Tarih bir daha tekerrür
ediyor gibiydi. Üstat Sezai Karakoç 1966 Varto depremi sonrası kaleme aldığı
makalesinde;
“Bir insanlık
çağında, bir erdem medeniyetinde, böyle bir felaket önünde, insanlar susar. Yardımdan
başka bir şey düşünmez. Teselli ve umut verir. Tedbir ve tenkitler,
sorumluların kulağına fısıldanır. Hesap, felakete uğrayanlar kurtarılıp acının
üstünden belli bir gün geçtikten ve durum biraz yatıştıktan sonra sorulur.”
Diyordu.
Dedik ya tarih tekerrür
ediyordu. Sanki üstat o günlerden bugünlere bir ışık tutuyordu. Peki onlar ne
yaptılar. Gelin yine Üstat Sezai Karakoç’un kalemiyle bakalım;
“Yapayalnız kalmış,
ölümün kılıcıyla ikiye bölünmüş, Azrail’in paniğine kapılmış, bu zavallı bir
avuç kardeşimizi, çılgınlar gibi panikten paniğe sürüklediler, ölülerinden
saygısızca bahsettiler.”
Ne zaman yapıldığı ve
ruhsatlandırıldığı henüz bilinmiyorken, güya yıkılan binaların tamamının 2003
yılında iktidara gelen AK Parti döneminde yapılmış gibi gösterilmesi gerçekten
insafsız bir yaklaşım idi. Acıların üstünü örten bir toz duman... Heyhat!
Hal bu ki; mevcut
iktidarın başında olan Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın;
“Kenâr-ı
Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu,
Gelir de adl-i İlâhî
sorar Ömer’den onu!”
Menkıbesini rehber edinen muvahhit
bir mümin olduğuna bu kadim millet şahitti. Hayatı boyunca İslam’ı ve İslami
değerleri referans almış, iktidara geldiği günden itibaren ezilen müminlerin
umut ışığı olmuştu.
Özellikle 28 Şubat süreci
ile ayyuka çıkan İslam aleyhtarlığının bertaraf edilmesinde etkili olan
uygulamaları ve hukuki düzenlemeleri bir bir hayata geçiren bir Cumhurbaşkanının
yönettiği ülkede halkın başına gelen olumsuzluklardan hesaba çekilmeyeceğini
düşünüyor olmasını değerlendirmek insaflı bir düşünce olmasa gerektir.
Hak ve adaletten
ayrılacak olursan seni kılıçlarımızla düzeltiriz diyen bir ümmetin yeniden
inşası için çabalayan ve bunun için biz kefenimizi, giyerek yola çıktık diyen
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ının başımıza gelen bu asrın felaketinin
tek sorumlusuymuş gibi gösterilmesini bu millet kabul etmez.
Tarafsız olacağız
diyerek; “Sizi bu tür problemleri göresiniz, karşı tedbirler alasınız ve
insanları ve ülkeyi koruyasınız diye seçtik. Niye yapmadınız? Daha iyi hizmet verilemez
miydi?” şeklinde halkın mevcut iktidarı sorgulaması gerektiğini ve böylece
“İbretlik” bir ders vermesi gerektiğini haykıranların
niyetlerinin iyi olmadığı aşikardır.
Onlar ülkemizde
gerçekleşen İslami ve ekonomik yükselişi görüp, muhafazakâr kesimi “GAZA”
getirerek zillet ittifakı diye adlandırabileceğimiz yedi benzemezler’ in
kucağına iterek yükselen Türkiye’nin ayağına çelme takmak istiyorlar.
Cumhuriyetten sonra ezanı
Türkçeleştiren, köylerde jandarma zorbalığı ile Kuran eğitimini yasaklayan zihniyetin
günümüzde ki yansımasından başka bir şey değildir bu söylemler.
Ülkemiz daha yeni yeni
İslam ahlakı ile yoğrulmuş ve teçhiz edilmiş nesillerin yetişmesine imza
atıyor. Merak etmeyin geleceğimizi kendi milli ve ahlaki değerlerimizle
yoğurduğumuz zaman;
Geçmişte Halife Ömer’in
muhatap olduğu “Seni kılıçlarımızla düzeltiriz” sözüne bedel “Seni
oylarımızla düzeltiriz” diyen seçmene kavuşulacaktır. Halkın mahşeri vicdanına
güvenelim. O en iyi kararı verecektir ve halk hiçbir zaman hem yaralarını
saranı hem onu yücelteni unutmayacaktır.
Yeter ki dinimizi
bozanların bizim karşımıza geçip nasıl bir dininiz var demelerine pirim
vermeyelim.
23.02.2023