Dolar (USD)
32.57
Euro (EUR)
34.95
Gram Altın
2459.33
BIST 100
9885.93
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

24 Şubat 2023

Deprem sonrası deprem ile yaşamak

Deprem sonrası yardım ve kurtarma çalışmaları büyük ölçüde yaşam kurtarma, canlıların rehabilitasyonu, bina ve alt yapı hizmetlerinin onarılmasına yöneliktir. Oysa deprem, fiziksel yıkım ve ölüme yol açmanın yanı sıra yaşamda kalanlar için ciddi psikolojik sorunlar yaratabilen bir doğal felakettir.

Deprem sonrası yapılanlar, ağırlıklı olarak enkazdan canlı kurtarılması, fiziksel yaralanmaların tedavisi, barınak sağlanması ve alt yapı hizmetlerinin düzeltilmesine yöneliktir.

Depremin sonrasında yaşanan psikolojik etkilenme sürecinin ve tedavisinin daha karmaşık, uzun süreli olması, bu alandaki hasarın çoğu kez kendi haline bırakılmasıyla sonuçlanmaktadır

Örneğin; yaşanan psikolojik reaksiyonlar arasında patolojik derecede zihin bulanıklığı, korku, keder, suçluluk ve öfke gibi güçlü zihinsel ve duygusal durumlar, uyku ve odaklanma sorunları ile beraber yaşananların zihinde sürekli canlandığı bir süreç başlayabilir.

Fiziki yıkımın telafi edilmesi yanında her koşulda yapılması gereken, ilk yaraların sarılmasından sonra, yaşanan trajedinin kabullenilmesi, yaşamın yeniden anlamlandırılması ve kalınan yerden yaşamsal sorumluluklara devam edilebilmesidir.

Evet, insanların büyük bir bölümü birkaç hafta içerisinde yeni duruma alışıp, iç dengelerini kurar ve zorluklarla başa çıkarken, bazı insanlar için sıkıntılı süreç, aylar ve bazen yıllar boyu devam eder. Psikoloji bilimi bu durumu, Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) olarak adlandırır.

Yaşanan travma, kişinin yaşamını yeniden düzenleme konusundaki motivasyonunu kırmış olsa da, çaba sarf etmenin öneminin kavranması, psikolojik iyileşme açısından çok önemlidir.

Deprem sonrası keder ve matem kaçınılmaz olabilir. Fakat her travmatik olay gibi, yaşanan yeni sürecin de bir süre sonra giderek etkisini kaybetmeye başlayacağı gerçeğinin olabildiğince göz önünde tutulması önemlidir.

Deprem travmasını yaşayan kişinin yaşı, bu deneyime verilen yanıtı etkileyen faktörlerden birisidir.

Özellikle çocuklar, yaşam ve mekân kaybı gibi olaylara anlam vermekte, yetişkinlerden daha fazla zorlanırlar. Duygularını anlatmakta ise deneyimsizdirler.

Yaşanan travmanın çözümlenmemesi halinde, çocukların ilerleyen yıllarda özgüvenini, bilişsel gelişimini, okul başarısını, sağlıklı aile ve arkadaş ilişkisi kurma becerisini olumsuz yönde etkileyebilir. İlerleyen süreçte, depresyon, anksiyete ve çeşitli davranış sorunları ortaya çıkabildiği görülmüştür. Her zaman olduğu gibi yine en büyük mağduriyeti ve zararı çocuklar çekmektedir maalesef.

Çok uzun bir zaman değil, 11 Mart 2011 tarihinde Japonya, dünya tarihinin en büyük felaketlerinden birini yaşadı. Büyük depremi takiben ortaya çıkan tsunami, yol açtığı yıkımla, tüm dünyayı dehşete sürükledi.

Bu felaketin, başka toplumlar için en şaşırtıcı yanı ise, Japon halkının tepkisiydi. Japonların, olanları büyük bir tevekkülle kabullenmeleri, uygar ve düzenli bir biçimde kendilerine sunulan yardım hizmetlerinden yararlanmaları, başkalarının haklarına saygı gösteren paylaşımcı davranışları ve kayıpları için sessizce matem tutmaları, dünyada benzer durumlara verilen tepkilerden çok farklıydı. Bir felaket anında, kendisi de mağdur durumdayken, başkalarının gereksinimine önem verme, Japoncada ‘’mono no aware’’ olarak adlandırılır. Bu tutum, Japonların teolojik bir inanışından değil, yaşamın bilimsel bir gerçekliği olarak yapılacak bir şey olmadığında, onu olduğu gibi kabullenmenin gerekliliğine ve yaşamda hiçbir şeyin kalıcı olmadığına dair sahip oldukları toplum bilincine dayanır.

Batı değerlerinde insanın temel hedefi, acı ve sıkıntı verici deneyimlerden olabildiğince uzaklaşarak, haz verici deneyimlere yönelmektir. Bu algı kişiyi, gerçekliği yadsımak için çılgınca bir çabaya sürüklemektedir.

Batıya nazaran Doğu toplumlarında ise, değiştirilemez olana direnmek ve insan ömrü gibi geçici olanı kalıcı kılmaya çalışmak, acı çekmekten başka bir sonuç vermez. Bu tutum, gerçekliği bilinçsizce reddetmek değil, tam tersine, gerçeği olduğu gibi kabullenip, onu en iyi biçimde yaşanılır hale getirmek için çaba sarf etmek demektir.

Kişinin yaşamını can, mal ve anlam boyutlarında tehdit eden önemli bir stres unsuru olduğundan, tepki olarak ciddi psikolojik, sosyal uyum ve performans sorunları yaratsa da, yağmurun yağması gibi doğal bir tabiat olayı olan deprem gerçeği ile öncesi ve sonrasında tüm yönleri ile hazırlıklı olmak yaşamsal bir gerekliliktir.

Dolayısı ile deprem felaketinin sıkça gerçekleştiği ülkemizde, insanların deprem konusunda bilinçlendirilmesi, bedensel ve psikolojik etkilere yönelik kendi kendine ve yakınlarına yardım konusunda eğitilmesi, gerekli durumlarda profesyonel destek olanaklarından yararlanabilmesi, toplum sağlığı açısından, en az yapıların imarı kadar önem taşımaktadır.