Deprem sonrası deprem ile yaşamak
Deprem sonrası yardım ve kurtarma çalışmaları büyük ölçüde yaşam kurtarma, canlıların rehabilitasyonu, bina ve alt yapı hizmetlerinin onarılmasına yöneliktir. Oysa deprem, fiziksel yıkım ve ölüme yol açmanın yanı sıra yaşamda kalanlar için ciddi psikolojik sorunlar yaratabilen bir doğal felakettir.
Deprem sonrası yapılanlar, ağırlıklı olarak enkazdan canlı
kurtarılması, fiziksel yaralanmaların tedavisi, barınak sağlanması ve alt yapı
hizmetlerinin düzeltilmesine yöneliktir.
Depremin sonrasında yaşanan psikolojik etkilenme sürecinin
ve tedavisinin daha karmaşık, uzun süreli olması, bu alandaki hasarın çoğu kez
kendi haline bırakılmasıyla sonuçlanmaktadır
Örneğin; yaşanan psikolojik reaksiyonlar arasında patolojik
derecede zihin bulanıklığı, korku, keder, suçluluk ve öfke gibi güçlü zihinsel
ve duygusal durumlar, uyku ve odaklanma sorunları ile beraber yaşananların zihinde
sürekli canlandığı bir süreç başlayabilir.
Fiziki yıkımın telafi edilmesi yanında her koşulda
yapılması gereken, ilk yaraların sarılmasından sonra, yaşanan trajedinin
kabullenilmesi, yaşamın yeniden anlamlandırılması ve kalınan yerden yaşamsal
sorumluluklara devam edilebilmesidir.
Evet, insanların büyük bir bölümü birkaç hafta içerisinde
yeni duruma alışıp, iç dengelerini kurar ve zorluklarla başa çıkarken, bazı
insanlar için sıkıntılı süreç, aylar ve bazen yıllar boyu devam eder. Psikoloji
bilimi bu durumu, Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) olarak adlandırır.
Yaşanan travma, kişinin yaşamını yeniden düzenleme
konusundaki motivasyonunu kırmış olsa da, çaba sarf etmenin öneminin
kavranması, psikolojik iyileşme açısından çok önemlidir.
Deprem sonrası keder ve matem kaçınılmaz olabilir. Fakat
her travmatik olay gibi, yaşanan yeni sürecin de bir süre sonra giderek
etkisini kaybetmeye başlayacağı gerçeğinin olabildiğince göz önünde tutulması
önemlidir.
Deprem travmasını yaşayan kişinin yaşı, bu deneyime verilen
yanıtı etkileyen faktörlerden birisidir.
Özellikle çocuklar, yaşam ve mekân kaybı gibi olaylara
anlam vermekte, yetişkinlerden daha fazla zorlanırlar. Duygularını anlatmakta
ise deneyimsizdirler.
Yaşanan travmanın çözümlenmemesi halinde, çocukların
ilerleyen yıllarda özgüvenini, bilişsel gelişimini, okul başarısını, sağlıklı
aile ve arkadaş ilişkisi kurma becerisini olumsuz yönde etkileyebilir.
İlerleyen süreçte, depresyon, anksiyete ve çeşitli davranış sorunları ortaya
çıkabildiği görülmüştür. Her zaman olduğu gibi yine en büyük mağduriyeti ve
zararı çocuklar çekmektedir maalesef.
Çok uzun bir zaman değil, 11 Mart 2011 tarihinde Japonya,
dünya tarihinin en büyük felaketlerinden birini yaşadı. Büyük depremi takiben
ortaya çıkan tsunami, yol açtığı yıkımla, tüm dünyayı dehşete sürükledi.
Bu felaketin, başka toplumlar için en şaşırtıcı yanı ise,
Japon halkının tepkisiydi. Japonların, olanları büyük bir tevekkülle
kabullenmeleri, uygar ve düzenli bir biçimde kendilerine sunulan yardım
hizmetlerinden yararlanmaları, başkalarının haklarına saygı gösteren paylaşımcı
davranışları ve kayıpları için sessizce matem tutmaları, dünyada benzer
durumlara verilen tepkilerden çok farklıydı. Bir felaket anında, kendisi de
mağdur durumdayken, başkalarının gereksinimine önem verme, Japoncada ‘’mono no
aware’’ olarak adlandırılır. Bu tutum, Japonların teolojik bir inanışından
değil, yaşamın bilimsel bir gerçekliği olarak yapılacak bir şey olmadığında,
onu olduğu gibi kabullenmenin gerekliliğine ve yaşamda hiçbir şeyin kalıcı
olmadığına dair sahip oldukları toplum bilincine dayanır.
Batı değerlerinde insanın temel hedefi, acı ve sıkıntı
verici deneyimlerden olabildiğince uzaklaşarak, haz verici deneyimlere
yönelmektir. Bu algı kişiyi, gerçekliği yadsımak için çılgınca bir çabaya
sürüklemektedir.
Batıya nazaran Doğu toplumlarında ise, değiştirilemez olana
direnmek ve insan ömrü gibi geçici olanı kalıcı kılmaya çalışmak, acı çekmekten
başka bir sonuç vermez. Bu tutum, gerçekliği bilinçsizce reddetmek değil, tam
tersine, gerçeği olduğu gibi kabullenip, onu en iyi biçimde yaşanılır hale
getirmek için çaba sarf etmek demektir.
Kişinin yaşamını can, mal ve anlam boyutlarında tehdit eden
önemli bir stres unsuru olduğundan, tepki olarak ciddi psikolojik, sosyal uyum
ve performans sorunları yaratsa da, yağmurun yağması gibi doğal bir tabiat
olayı olan deprem gerçeği ile öncesi ve sonrasında tüm yönleri ile hazırlıklı
olmak yaşamsal bir gerekliliktir.
Dolayısı ile deprem felaketinin sıkça gerçekleştiği
ülkemizde, insanların deprem konusunda bilinçlendirilmesi, bedensel ve
psikolojik etkilere yönelik kendi kendine ve yakınlarına yardım konusunda
eğitilmesi, gerekli durumlarda profesyonel destek olanaklarından
yararlanabilmesi, toplum sağlığı açısından, en az yapıların imarı kadar önem
taşımaktadır.