Deprem Hafızası
Japonya, malumunuz depremlerin en çok görüldüğü ve en şiddetli olduğu bir ülkedir. Oraya gidenler, derler ki Japonya'da daha önceleri depreme dayanıksız binalar ve evler vardı.
Bu depreme dayanıksız evlerden dolayı her deprem olduğunda bu bina
ve evler çabuk yıkılıyordu. İçinde sayıları binleri hatta on binleri bulan
insan ölümleri yaşanıyordu. Sonra ne oldu. Bir filozof çıkar, depremde yıkılan bazı
binaların enkazını kaldırmayın, der. Bu binaların enkazı müzeye dönüştürülsün
demişti. Daha sonra Japon devleti de bu şekilde bir karar almış ve bu filozofun
dediğini yapmıştı. Japonya’da şehrin, şehirlerin en görkemli yerinde en sembol
binaların enkazı olduğu gibi bırakılmıştı. Bu binaların etrafına set çekilerek
şehir müzesi envanterine şehir hafızası olarak kaydedilmişti. Sebebine gelince
de şöyle bir tasavvur oluşmuştu. İnsanlar her gün bu yıkık binanın-binaların
önünde geçtiklerinde "Malzemeden çalarsan evin, barkın böyle
yıkılır" gibi bir mesaj alınsın diye. Zaten müzenin girişinde yapılan
bir totemin üstüne de buna benzer bir mesaj yazılmıştı.
Denilir ki bu "Enkaz müze binaları" vesilesiyle Japonlar,
artık depreme dayanıklı binalar ve evler yapmışlar. Dokuz şiddetindeki
depremlerde bile Japonya'daki evler yıkılmıyor. Çok az hasarlarla insanlar
büyük bir tehlikeleri atlatıyorlardı. Ne diyelim
darısı başımıza.
Depremle ilgili şu anktodu aktarmak yerinde olur.Japonya'nın daha
önce Kayzen (kaizen) felsefesini Ahilik teşkilatından ilham aldığını yazmıştık.
(Eyyüp Azlal, Kaizen Felsefesi ve Bizdeki İzdüşümü, Milat Gazetesi, 29. 09.
2019)
Bu felsefe sayesinde ne yapıyor Japonlar. İnandığı bir şeyi
yaşamaya, bunu kural edinmeye çalışıyorlardı. Azar azar artan ama sürekli
istikrarlı bir gelişme ile deprem belasının üstesinden geldiler. Sadece deprem
mi? Hayır... Japonlar, bu felsefe sayesinde büyük sel felaketleri, tsunamiler,
atom bombaları altında yıkılan şehirlerini de yeniden ayağa kaldırdılar. Japonlar
bu felsefeyi, iş hayatında, sosyal hayatta, evde, okulda, müesseselerde,
işletmelerde hülasa hayatın her alanında uygulanabilir bir özellikte
sürdürdüler ve sürdürüyorlar.
Geçtiğimiz günlerde bir filozof arkadaşım deprem sonrasında şunu
demişti. Belki de biz “anlam arama” yeteneğimizi kaybettik. Artık “hayal
kırıklığını” bile yaşamayacak kadar afazideyiz. Toplum olarak beynimiz bir
afazi geçirmiş. Cemiyetin beynine bir inme inmiş. Bu yüzden mazrufla hiç
ilgilenmiyoruz Varsa yoksa zarf… Bu filozof arkadaşım; depremde yıkılan
binaların dış güzelliği, süslemeleri için zarf kavramını kullanıyordu.
Binalardaki kolonlar da taşıyıcı unsurlara da mazruf diyordu.
Bu filozof arkadaşım devamında şunları da söylemişti. Artık zarfın
boş olması bile etkilemiyor bizi.... Ona göre Batı, bu acınacak safhayı, bu
trajediyi çoktan geride bırakmıştı. Batılı bir felsefe anlayışı ile bizdeki
binaların yapımını eleştiren bu filozofa Batıya değil, Doğuya daha Doğuya
gitmesini önermiştim. Çünkü Batı ki sırtımda paslı bir bıçaktır. Merhum Akif
İnan öyle söylüyordu. Bu filozof arkadaşa örnek olarak Uzakdoğu’daki Japonya’yı
ve orada üretilen Kayzen felsefesini okumasını tavsiye etmiştim. Bunu okurken
de bizim Ahilik felsefesi hakkında da bilgi sahibi olmasını rica etmiştim.
Modern zamanlarda Batıda çıkan modernizm, elimizdeki Ahilik
felsefesini aldı. Bize de içi boş kof bir kültür bıraktı. Gösteriş kültürü… Mağazalarımız,
dükkânlarımız hep Batı’da üretilen markalar değil midir? Hangi markayı
giyiyorsun o önemli. Sözünden, özünden önce kıyafetine bakan; araba, telefon,
kıyafet markasına göre adam tartan yozlaşmış komleksli bir kültürü Anadolu
topraklarına kim getirdi. Doğulular getirmedi her halde. Üzerine ısrarla basa
basa söylüyorum. Ahilik Teşkilatının
kurucusu Ahi Evran, Hoy şehrinden -İran’ın Batı Azerbaycan eyaletinden-
Kırşehir’e gelmişti. Marsilya’dan, Paris’ten değil.