Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
10 Şubat 2023

Deprem gerçeği, jeoloji ile teknolojiyi bir araya getirememek

Afetler, belirli bir coğrafi bölgede, nispeten aniden ortaya çıkan, kolektif stres yaratan, belli ölçüde kayba yol açan ve toplumun yaşantısını sekteye uğratan, insanlar için fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplar doğuran, normal yaşamı ve insan faaliyetlerini durdurarak veya kesintiye uğratarak toplulukları etkileyen; kaynağını doğal, teknolojik ve beşeri faktörlerden alabilen olaylardır.

Bu gerçeklikten hareketle, depremle yaşamayı öğrenecek ve öğretecek formülleri geliştirmemiz gerekiyor.

9.0 şiddetindeki bir depremi çok az bir kayıpla yaşayan Japonya bunun en bariz örneğidir. Çünkü Japonlar depremi bir olgu olarak kabul edip onunla yaşamayı öğrenecek çok önemli tecrübe ve birikimler kazanarak yapılanmışlardır. Bizde ise durum maalesef çok farklı.

Hala ‘Kervan yolda düzülür' mantığıyla hareket eden bir kısım belediyelerin imar ve şehircilik konusunda bilimsellikten uzak yaklaşımları ürkütücü boyutlarda.

Depremden kaçış yoktur. Ancak sağlıklı ve kaliteli, depreme dayanıklı binalar yapmak bizim elimizdedir. Çürük binada oturarak ölümle burun buruna yaşamak ve bir şey başımıza geldiğinde de Allah'ın takdiri demek çok anlamlı değildir.

Toplum olarak bir türlü jeolojiyle teolojiyi ve sosyolojiyi bir araya getiremedik.

Bir şehirde planlama yapılırken fay hattı gerçeği göz önünde bulundurulmuyorsa bunun adına tevekkül değil başka bir şey(!) denir.

Yeni binalar yapılırken deprem gerçeği dikkate alınmadan gelişigüzel yapılıyorsa bu çok açık bir cinayet, bir kul hakkı ve insan hakları ihlalidir.

Öte yandan depremle insanların inanç ve ahlaki durumlarını doğrudan ilişkilendirmek de isabetli bir yaklaşım değildir.

Acının ve gözyaşının dini, milliyeti ve cinsiyeti yoktur. Ateşin düştüğü yerde herkes vardır ve seferberdir.

Meydana gelen depremler ve sonuçlarına baktığımızda bizim ülkemizdeki sonuçlar ile diğer ülkelerdeki sonuçlar arasında ciddi bir farklılık vardır.

Deprem öldürmez bina öldürür sözü ülkemizin deprem fotoğrafını çok iyi özetlemektedir.

Bu ağır sonuçların meydana çıkmasını asıl nedenlerinden biri olan müteahhitlik müessesi sorgulanmalıdır.

Dünyada en fazla müteahhite sahip ikinci ülkeyiz.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı verilerine göre ülkemizde 450 bin müteahhit varmış.

Türkiye'deki müteahhit sayısı tüm Avrupa'dakinin 10 katın kadar. Almanya’daki sayı ise 3.000 civarındadır.

Maalesef her önüne gelenin bina yaptığı bir ortamda tabi ki oto kontrolünde zor olması kaçınılmazdır.

Depremlerde meydana gelen can kayıplarının en büyük sebebinin binalar olduğu artık inkar edilemiyor.

Yıkılan bloklara bakıldığında demir ve çimentodan tasarruf!... yapıldığı veya kaba bir tabirle, malzemeden çalınmış olduğundan dolayı yıkıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Artık kabul etmeliyiz, ülkemiz bir deprem ülkesidir.

Teknolojinin bu kadar geliştiği bir dönemde, olası durumunda sonuçlarının çok ağır olacağı imar ve yapılaşmada gerekenin yapılmamasını anlamak mümkün değildir.

Eğer ki 1500’lü yıllarda yapılan devasa bina ve yapılarımız yüzlerce depreme rağmen hala ayakta kalıyor fakat daha dün yapılan binalarımız, çamurdan kuleler gibi yıkılıp yüzlerce can ve mal kaybına yol açıyorsa oturup düşünmemiz lazımdır.

Şu anda da ülke olarak çok ciddi bir afet ile karşı karşıya kaldık. Tarihimizde görebileceğimiz en büyük acılardan biri.

Toplum olarak bizi uzun yıllar etkileyecek bir sosyal travma ile karşı karşıyayız. inşaAllah bu zor günleri en az zararla atlatacağız.

Fakat önemli olan, ülke olarak bir deprem kuşağı üzerinde olduğumuz gerçeğini kabullenip, bundan sonra yaşanabilecek acı ve felaketlerle nasıl daha iyi baş edebiliriz ile ilgili plan ve projeleri hayata geçirmemiz gerekiyor.

Bir belediye imar dairesi başkanlığını, bir sağlık teknisyeni, bir müezzin veya bir öğretmene değil de işinin ehli bir inşaat mühendisi, ilgili bir kişiye bırakabildiği gün depremlerin aslında doğal bir doğa olayından öte bir şey olmadığını da anlayacağız…