Deprem dile geldi
İnsan bu kadar mı çaresiz kalırmış? Bu kadar mı aciz olurmuş?
Çağın tüm teknolojik imkânlarına,
bilimsel buluşlarına, yüzyılların getirdiği deneyim ve birikimlerine, donanım
ve kazanımlarına rağmen… İşte insan gerçeği… Ne kadar da zayıfmışız?
103 saniyelik bir deprem…
Haritalar değişti… Haneler harap oldu… Nice hayatlar son buldu… Hayalet kentler
oluştu… Hepsi bir anda… Sadece bir buçuk dakikada… Gerçekten yaşamın hakikati
neydi? Yoksa tüm bu olanlar bir hatırlatma mı idi?
Evet, u-ya-rı-lı-yo-ruz…
7.7 ‘lik bir kıyametle…
Daha önce pandemi ile uyarıldık… Pahalılık ile uyarıldık… Uyarıyı yeterince
ciddiye almamış olmalıyız ki bu defa 7.7 şiddetinde bir mesaj ile uyarıldık…
“Hayat eve sığar” la
uyarılmıştık… Şimdi de “Evin dışında kalmak” la uyarıldık…
Kur’an ayetleri ile
uyarılmıştık, kevni ayetler ile uyarılmıştık, şimdi de afet ayetleri ile
uyarıldığımızı görüyorum…
Allah (c.c) tüm tefekkür
seçeneklerini bize sunuyor… Kendimizi sorgulayacak mıyız yoksa savrulacak
mıyız? Tevbe ve teskiye yolunu mu tercih edeceğiz yoksa alışkanlık ve
taşkınlıklarımıza devam mı edeceğiz?
Yunusca bir nedametle;
“La ilahe illa ente
sübhaneke inni küntü minezzalimin/
Senden başka ilah yok,
Seni tenzih ederim. Gerçekten ben haksızlık etmişim.” (Enbiya, 87) diyerek
karanlıklardan aydınlığa yol arayacak mıyız?
İlahi
uyarı sistemi tüm netliğiyle ile işliyor… Acaba içimize yeterince işliyor mu?
Mesajı gereği gibi işitiyor muyuz?
Kur'an ayetleri ile kalplerimiz ne kadar
titredi ki, kâinat ayetleri ile yeterince titreyebilsin?
Toplumsal
travmaları hangi bağlamda değerlendiriyoruz?
Sünnetullah
bağlamında mı yoksa seküler kültürün baskısı, determinist felsefenin dayatması,
rasyonel yorumların zorlaması ile mi okumalarımızı yapıyoruz?
Literatürümüzü yitirdik… “Kader” kavramını, “takdiri
ilahi” demeye çekinir olduk… Fiziki verilere takılı kalınca olayın metafizik
boyutunu ıskalar olduk…
Dile gelen deprem bize ne demek istiyor?
Kederimizle
kaderimiz arasındaki bağlamı yeterince değerlendiremedik…
Başımıza gelen musibetlerin ellerimizle işlediklerimizden
dolayı olabileceğini hesaba katamadık…
Tekil ölümleri sıradanlaştıran bizler, bakalım
çoğul ölümler karşısında nasıl tepki verecektik?
Bu
can pazarına tanıklık ettikten sonra yine canımızın istediği gibi mi yaşayacağız
yoksa Rabbimizin çağrısına daha bir ciddiyetle mi yöneleceğiz?
Paranın
geçmediği, kiracı ile ev sahibinin gecenin dondurucu soğuğunda sokakta aynı
ateşin etrafında ısınmaya çalıştıklarını gördükten sonra gerçekten neyimize
güvenebiliriz?
Enkazın
altında yakınınızın sesini duyuyorsunuz fakat yüzünü göremiyorsunuz… Elinizi
uzatıpta çekip alamıyorsunuz…
Karanlıktasınız,
kayıplarınız var, iğne ile kuyu kazmaya çalışıyorsunuz… Bir umut kırıntısı
peşindesiniz ve perişansınız…
Darmadağınıksınız,
dayanamıyorsunuz sadece duadasınız…
Allah’ın
yardımına o kadar muhtaçsınız ki, kelimeler kifayetsiz…
Ve Allah'ın sorusu geliyor aklınıza;
“Kaçış nereye?”
(Kıyame, 10) Cevabını da yine O’ndan alıyorsunuz…
“O halde Allah'a kaçın…” (Zariyat-50)
Tevbe, istiğfar, dua, tevekkül ile Rabbinize
sığınıyorsunuz… Teselliyi O’nda buluyorsunuz…
Ve “Ben ne yapabilirim?” sorusu ile
sorumluluklarını kuşanıyorsun…
Sukunet
ve sebatla… Dayanışma ruhu ile yaraları sarmaya doğruluyorsun…
Ve
bir baba geliyor gözlerinin önüne… 15 yaşındaki kızını depremin yaşandığı ilk
gece kaybetmiş… Aradan 48 saat geçmesine rağmen enkaz altındaki kızının elini
tutmaya devam ediyor…
Ve
enkazın altında bir anne, kendisine bir başörtüsü verilinceye kadar dışarı
çıkmıyor… İmanın asaleti…
Ve
Selim Küçükşahin kardeşimin rahmetlik
eşi… Depreme yakalanınca ilk hamlesi abdest almak için çırpınmak: “Ben Rabbimin huzuruna abdestsiz gitmek
istemiyorum.” Eli öpülesi anneler…
Ve
Nebevi müjde:
“Kıyamet günü, belalara uğramış
olanlara tartı kurulmaz. Onların ecirleri sağanak halinde üstlerine boşaltılır.” (Tirmizi)