Deprem, Devlet ve Kader
Asrın en büyük deprem faciasıyla yüzleştik. 11 ilimizde binlerce canımız gitti. Binlerce binamız yerle bir oldu. Milletçe yaslıyız ama Allah’a şükür ayaktayız ve birliğimizin, dirliğimizin gereği olarak yararı sarmak için seferber olduk.
Kimileri de her zaman olduğu gibi
durumdan kendilerince vazife çıkararak akla hayale gelmedik hezeyanlar,
irtikâplar, yağmalar, yalan haberler, provokasyonlar peşindeler.
Önce devlet
nerede diye bağırmaya başladılar. Cevabı Sayın Devlet Bahçeli çok güzel verdi. “Devlet çorba kaynatan yardım
konvoyların, trafiği düzenleyen isimli isimsiz nice kahramandır. Devlet su
dağıtan zabıta çavuşudur. AFAD görevlisidir. Devlet yağmacıyı yakalayıp
doğduğuna pişman eden cesur polistir. Salâ okuyan müezzindir. Muayene eden
doktordur. Devlet millettir, millet
devlettir. Bu ikisini ayırt etmek asla mümkün olmamıştır." Elbette
anlayana.
Kimileri yapılan yardımlardan,
kurtarma faaliyetlerinden rahatsız oldular ve bir yalan uydurdular. Bunu da canla
başla insan kurtarmak için mücadele eden ekiplere, zaten yaşadığı felaketle ruh
dünyaları altüst olan insanlara “baraj
patladı, kaçın, canınızı kurtarın” diyerek ikinci bir şok yaşattılar.
Sonra enkazdan canlı olarak
çıkarılan canlarımız için sevinçten getirilen tekbirlerden rahatsız oldular. Sanki
tekbir tedbire engelmiş gibi “Tekbir değil tedbir gerekir” diye bir şeyler
gevelediler ağızlarında. Tekbiri slogan olarak gördüler ve tekbir getirenleri
Talibancılıkla suçladılar.
Kadere taktılar sonra da… Neymiş
deprem kader değil, şu kader değil, bu kader değil diye düştüler yola.
Kader deyince kafalarında
çaresizliği çağrıştıranlara kaderi nasıl anlatacağız? Sözlüklere “Yazgı, genellikle
kaçınılmaz kötü talih” şeklinde geçen bu kavramı nasıl izah edeceğiz? Kaderi; “Allah
tarafından, geçmişte hakkımızda yazılanların ve dayatılan bir akıbetin tarafımızdan
yaşanması” gibi cebri bir anlayış olarak kabul edenlere elbette zordur
anlatması.
Oysa kader, genelde kâinattaki her olayın özelde yaptıklarımızın veya yapacaklarımızın bütün
incelikleriyle Allah'ın ezeli ilmince önceden bilmesidir. Bunun yanında Allah insana irade,
düşünme, akletme kabiliyeti ve tercih hakkı vermiştir.
Bu konuyu izah için verilen şu misal çok yerinde bir misaldir. Bir yıl
öncesinden hazırlanan bir takvimde herhangi ayın herhangi bir gününde güneşin
doğacağı saat yazılıdır. Ancak güneş, takvimde öyle yazdığı için mi o saat ve
dakika da doğar? Yoksa güneş o saatte doğacağı için mi takvimde o vakit yazılıdır?
Elbette o saatte doğacağı için o saat yazılmıştır. Yoksa oradaki saati bir saat
geç yazınca güneş bir saat geç doğmayacaktır yine tam zamanında doğacaktır. O
takvimdeki zaman da insanoğlunun yapmış olduğu rasatlar neticesinde elde ettiği
bilgiye göre yazılmıştır sadece. Güneş ve dünyanın kendine takdir edilen
hareket kabiliyetleri neticesinde oluşan hadiseler neticesinde o vakitte güneş,
o bölgedeki insanlara doğmuş olacaktır.
Hiç dersine çalışmayan bir öğrenciye: “sen bu gidişatla bu dersten
kalırsın” dediğiniz için mi o öğrenci o dersten kalır? Yoksa çalışmadığı için
mi?
Deprem de dâhil her hadise Allah’ın
ezeli bilgisi ve koyduğu fizik kuralları (ki buna âdetullah ya da sünnetullah
denir) dâhilinde vuku bulur. Olacak her hadisenin yeri ve zamanı Allah
tarafından ezelden bilinir. Onun yarattığı her sistem saat gibi işler. Kâinatta
tesadüflere yer yoktur, ancak tevafuk vardır. Mekânları ve zamanları kuşatan ve sebepler silsilesinin neticesi
olan kader gerçeği tesadüfe meydan bırakmamıştır. Kader, tercihlerimizin
sebepler zincirini tetiklemesinin neticesidir.
Yer kabuğunda cereyan eden fizik
olayları gereği deprem oluşur. Bu gerçeğe göre tedbir almak bizim üzerimize bir
vazifedir. Tedbir alır, sağlam bir zemine sağlam binalar inşa edersek olacak
deprem hadisesinden en az zararla etkilenmek kaderiyle yüzleşiriz. Canımızı,
malımızı kurtarmış oluruz. Tedbir almazsak, çürük zeminlere çürük binalar inşa
edersek bu defa kendimizin veya yaptığımız bu binalarda yaşayan yüzlerce
insanın can ve mal kayıplarına sebep oluruz ki bu da tedbir almamanın kaderi
ile yüzleşmektir. Aynı zamanda büyük bir vebali yüklenir, kul hakkına girmiş
oluruz.
Kısacası; yeryüzünde insanoğlu için
sadece kendi emeğinin karşılığı vardır. Tedbir alan, aldığı tedbirin derecesine
göre karşılığını görür. Çalışırsan dersi geçersin, aksi halde kalırsın. Hiçbir
şey yapmadan oturup beklemek tevekkül değildir. Gerekli tedbirlerden sonra
takdiri Allah’a bırakmaktır tevekkül. Duanın kabulü de ihlasa bağlıdır. İhlasın
en büyük göstergesi ise kavli duanın gerçekleşmesi için fiilen de bir şeyler
yapmaktır. Derse çalışır imtihana girersin ve başarı için dua edersin. Bu dua
öncesi yaptığın ders çalışma eylemi senin aynı zamanda fiili duandır.
Kavramları oraya buraya çekerek algı
oluşturmanın, din düşmanlığını körüklemenin kimseye faydası yoktur.
Her şeye rağmen milletimiz bu zor
günde birbirine sahip çıkıyor. Birilerinin beklediği kaos çıkmadı.
Elhamdülillah yediden yetmişe herkes seferber oldu.
Miraç Kandilini idrak ettiğimiz bu
günler hürmetine Rabbim bize bu acıları bir daha yaşatmasın, milletimizin ve
devletimizin yardımcısı olsun.