Denemenin içinden
Edebiyat kendisiyle meşguliyet kuran bireyi içine hapsederken onun ânını derinleştiren bir yaşama biçimidir. Üslup dediğimiz estetik duyuşla kişinin ve toplumun haz çıtasını yükselten edebiyat, içeriğindeki öğreticilik ile de bir öğretmen vazifesi görmektedir. Metni metin yapan hususiyet ise edebiyatçının ne anlattığı ile değil, neyi nasıl anlattığıyla alakadar olduğundan üslûp daima içeriğin önünde durur. Ancak idraki harekete geçirmesi gereken bu ince detay kafalarda bir takım karışıklıklara sebep olur ve böylece üslup da göreceli bir noktaya taşınır. Bugün “Metnin üslubu nedir”, “nasıl olmalıdır” gibi soruları zihin genel bir çerçeve içerisinde ele almakta, özellikle bireyselliğe hasredilen günümüz edebiyatında denemeyi şiirden, romanı hikâye dilinden ayıran unsurlar göz arzı edilmektedir. Mevcut durum türler arasındaki sınırları da ortadan kaldırmaktadır. Şiirde manayı setretmesi beklenen kelime bu hâliyle deneme türü içerisine de sıçramakta, muvazenesini kaybederek rotasını yitirmektedir. Şiirin beş duyudan ayrılan ve sezgiyi harekete geçiren hissedilebilirliği hikâye ve roman yanında denemeye de kaydırılmaktadır. Oysa deneme bir düşüncenin ürünü olmalı ve şiirde kuralları alt üst eden dil, onda bir nizam kabiliyeti göstermeli. Burada Mehmet Kaplan’ın Tanpınar’ın Şiir Dünyası adlı kitabında Ahmet Hamdi Tanpınar’ı nesre şiir duygusu karıştırdığı için eleştirdiğini hatırlamakta fayda görüyorum. Mehmet Kaplan sanatkârlığını ön plana çıkardığı hocasının düzyazı dilini eleştirirken sadece onu değil bir yaklaşım biçimini de eleştirmektedir. Paul Valery’nin de şiiri dansa, nesri yürüyüşe benzetmesi (Şiir Sanatı, s. 210) calibi dikkattir. Şiiri nesirden ayıranın onların aynı sınırlara ve ruhsatlara sahip olmaması olduğunu belirten Valery, nesrin özünde çile çekmek yani anlaşılmak olduğunu söyler (s. 152). Belki de meseleyi bir adım ileri taşımalı, Merhum Necip Fazıl’ın “Kelime manayı boğan gömlek” dediği menzilde konaklamalıyız. Nedir kelimenin manayı boğması? Kelime manayı nerede boğazlamaya kalkmıştır? Şiirdeki örtük ve hissedilebilir tavrın düşünceyi merkez alması lazım gelen pek çok deneme/makale içerisinde görülmesi de bu söylemin kapsam alanında durmakta mıdır?
Bundan birkaç sene önce, özellikle Mehmet Kaplan üzerine yoğunlaştığım bir dönemde- deneme ve şiiri aynı malzeme ile inşa ettiğimi fark ettim. Bu farkındalık hâli çevremdeki pek çok kalemin de mevcut paradoks içinde bulunduğunu anlamamı sağladı. Üstelik türlerin arasındaki ayrımın her gün nasıl silikleştiğini idrak imkânına kavuştum. Oysa yaratılış itibariyle her tür ayrı hamurdandı. Define avcısına benzetebileceğimiz şiir okurunun şiirde aradığı şey, şairi tarafından örtülüp saklanmış olan anlamı keşif çabasıydı. Bu durum ise günün yorgunluğunu sakin ve dinlendirici bir düşünce temriniyle geçiştirmek isteyen deneme okurunun beklentisi ile çatışmaktaydı. Bu demek değildi ki düz yazı, tekdüzeliğin ve kuru bir üslubun ürünü olmalıdır. Düzyazıda “büyük tespit” diyebileceğimiz o harikulade hadiseyi daima aramakla birlikte, bunun açık ve anlaşılır bir çerçeve içerisine yerleştirilmesi, dil kudretini sergilemesi ve okur zihninde canlı bir resim çizmesi önemlidir. (Mensur şiir özelliği taşıyan ve amacı estetik bir lezzet bırakmak olan metinler bu sınıflandırmanın dışındadır.)
Günün sonunda edebî metinde üslubu ve kullanılan üslûbun da türe göre değişim göstermesi gerektiğini anlamak zor olmasa da bu tavrı metinde uygulamanın zor olduğu sonucuna ulaştım. Denemede de özgün bir tutumun ortaya konması ve her cümlenin, yazarından imza taşıması zormuş. Okura bunun üzerinden farkındalık kazandırabilmek ise denemecinin başlıca hususiyeti olmalıymış. Deneme, sanatlı bir anlatıma girebilmek uğruna muhatabı zorlamayı hüner saymak değilmiş; halkını yukarı taşıma çabasını da içine alan bir yakınlaşma süreciymiş. Durup bir dem “ne anlamı var anlaşılmadıktan sonra anlatmanın” diyebilmekmiş. Çoğunluğun dilinden ayrılabilmek uğruna uyduruk kelimeleri metne kazandırma çabası yorar, hırpalarmış denemeyi. Bu noktada edebiyat da sancıyı en makul ölçülerde, az ve öz bir biçimde ifade sanatıymış. Batılı terimlerle icra edilen kasıntı bir yürüyüşün dışına çıkabilmek; ani duygu patlamalarını kâğıtlara zerk etmenin ilerisine taşınmak, sayıklamanın ötesine geçebilmekmiş deneme yazıcılığı. Yazmak bir yerde kabiliyete ilim emanet etmekmiş. Çiçek çiçek gezen arı misali binbir metin okuyup bir metin oluşturabilmeliymiş yazar. Ömrünce kitaplarla irtibat sağlayamamış, kalem ve kelimelerle ünsiyet kuramamış, hele özgün bir yazı şahsiyeti oluşturamamış kimselerin “yazar olmaya karar verdim” diyerek yola çıkması değil, hayatını o yola adamasıymış.
Zannedilenin aksine deneme yazarlığı ciddi bir mesele. Aklına esen herkesin stres mevkiinde oturup icra edebileceği bir kusma biçimi değil, anlatma sanatı deneme. Bu sebeple metnin yazardan mutlak talebinin ilham olduğunu zanneden yanılır. Çünkü o, kalemi tutan iradeden büyük bir sabır, arka plan, birikim ve talim talep edermiş.
Selam ile.