DEMOKRASİ, HUKUK VE BAŞKANLIK SİSTEMİ
2016 Yılının ilk günlerinden itibaren önümüzde zorlu bir yılın olduğunu öngörebiliriz. İç ve dış gelişmeler, ülkemizin, bölgemizin ve dünyanın kritik bir dönemden geçtiğini göstermektedir. Her şeyiyle zor zamanlar olarak nitelenmeyi hak eden bir zaman dilimi içinde bulunmaktayız.
Türkiye, zor zamanlarda zor bir meseleyi konuşmaya, tartışmaya ve o konuda adım atmaya hazırlanmaktadır. Anayasa ve başkanlık sistemi, Türkiye'nin zor bir zamanda tartışmaya açtığı ve çözmeye çalıştığı bir meseledir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet, anayasa ve başkanlık konusunu uzun süreden beri gündemde tutmaya çalışmakta ve bu konunun siyasallaşması ve toplumsallaşması için çaba sarf etmektedirler. 1 Kasım seçimlerinden yüzde elli oy alarak güçlü bir şekilde iktidara gelen Ak Parti, yeni bir anayasa ve başkanlık sistemi konusunda acil bir şekilde girişimde bulunmaya çalışmakta ve bu konuda yapılması gerekli değişikliklerin artık ertelenemez bir şekilde uygulamaya konulması yönünde güçlü bir irade ortaya koymuş bulunmaktadır.
Türkiye, kuruluşundan beri bir devlet krizi yaşamaktadır. 1950 Yılına kadar Türkiye tek parti ve te şahıs diktatörlüğüyle idare edilmiştir. 1961 Anayasası, Türkiye'yi askerin kontrolünde bir vesayet sisteminin güdümüne sokmuştur. Seçimle iş başına gelen hükümetler, hep askerin kontrolünde ve güdümünde olmak zorunda kalmışlar, silahların gölgesinde iş yapmaya çalışmışlardır. 12 Eylül, vesayet sistemini güçlü ama sorumsuz cumhurbaşkanı makamı yaratmak suretiyle yeniden dizayn etmiştir. Anayasal kurumlar olarak ifade edilen yapılar, aslında vesayet kurumlarından başka bir şey değildirler. Tarihte ilk defa Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, antidemokratik anayasanın ve vesayet sisteminin bütünüyle tasfiye edilmesini, demokratik ve şeffaf bir yönetim sisteminin yeniden kurulmasını gerekli kılmaktadır. Türkiye'nin, demokrasiyi, hukuku, özgürlüğü, denge-denetlemeyi, hesap verilebilirliği, katılımcılığı, şeffaflığı ve toplumsallığı esas alan yeni bir idari sisteme ihtiyaç duyduğu açıktır. Türkiye, artık alaturka vesayet sistemiyle yol alamamakta, modern demokrasi ve hukuk standartlarına uygun yeni bir sisteme ihtiyaç duymaktadır.
Hukuk ve demokrasi merkezli olmanın ötesinde şahıs merkezli olarak başkanlık sistemini tartışmak sakıncalıdır. Başkanlık sistemini Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kişisel iktidar hırsıyla özdeşleştirmek, bizi verimsiz ve çatışmacı bir duruma götürmekten başka bir işe yaramayacaktır. Başkanlık sistemini, Türkiye'nin daha iyi yönetilmesi için bir formül olarak değerlendirmek lazımdır. Başka bir ifade ile başkanlık sistemini bir kişisel sorun olarak değil, bir ilkesel bağlam içinde ele almaya ihtiyaç vardır.
Hitler Almanya'sı konusunda yapılan tartışma, başkanlık sistemi ve yeni anayasa gündemine bir katkı sağlamamaktadır. Hitler Almanya'sı konusu, amacından saptırılarak Cumhurbaşkanı'na karşı kullanılan bir malzeme konumundadır. Başkanlık sistemi konusunda temel referans Amerika başkanlık sistemi olmalıdır. Amerika başkanlık sistemi, demokrasi, hukuk ve özgürlük açısından en başarılı uygulama durumundadır. Latin Amerika'daki başkanlık uygulamaları, demokrasi ve hukuk açısından başarılı örnekler olmayıp diktatörlüğe dönüşen tehlikeli deneyimlerdir.
Başkanlık konusu Türkiye'de popüler ve yüzeysel nitelikte çokça konuşulmasına rağmen, başkanlık sistemi konusunda ciddi ve derinlikli bir tartışma yürütülmemektedir. Asıl konuşulması gereken başkanlık makamından ziyade başkanlık sistemi konusunda hangi modelin önerildiği üzerinde durmak lazımdır. Türkiye'nin sahici anlamda demokratik ve hukuki nitelikte bir başkanlık sistemi modeli geliştirmeye ihtiyacı vardır. Ak Parti başta olmak üzere siyasi partilerin, sivil toplum kuruluşlarının ve akademisyenlerin başkanlık sistemi modellerini ortaya koyarak demokratik bir sistem tartışmasına katkı sunmaları gerekmektedir.
Ülkemizde başkanlık sistemi başkanın ekonomiye, eğitime, siyasete, dış politikaya, yasamaya, topluma istediği şekilde müdahale ettiği ve her şeyin tepeden belirlendiği bir yaklaşımla ele alınmaktadır. Başkanlık sistemi, keyfi, müdahaleci ve antidemokratik bir sistem değildir. Başkanlık sistemini keyfi müdahalecilikle özdeşleştirmek, sistemin, demokratik, hukuki, denge-denetlemeye dayanan temelinin ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir. Demokratik ve hukuki bir temelde inşa edilmeyen bir sistemin meşruluğu da olmayacaktır. Başkanlık sistemini, müdahalecilikle değil hukukla sınırlandırılmış iktidar bağlamında ele almak lazımdır.
Türkiye'de demokratik hükümetin ve meclisin karşısında bürokratik devlet iktidarı güçlü bir şekilde var olmaya devam etmektedir. Mevcut parlamenter sistem, aslında iktidar olup muktedir olmama üzerine kurulu bir sistemdir. Demokratik bir başkanlık sistemi, bürokratik oligarşinin bütünüyle tasfiye edilmesine imkan sağlayabilir. Türkiye, bürokratik oligarşinin iktidarından güçlü, demokratik ve hukuki bir başkanlık sistemiyle kurtulabilir. Demokrasi ve hukuk temelinde bir siyasi yönetim kurabilmemiz için denge denetleme mekanizmalarımızı kuvvetlendirmemiz, insan sermayemizi güçlendirmemiz, kuvvetler ayrılığı prensibini gerçekten uygulamamız, demokratik bir siyasal partiler sistemine sahip olmamız, katılımcı ve müzakereci metotlarla hazırlanan sivil bir anayasayı hazırlamamız gerekmektedir.