DEMİRTAŞ, FARKETTİN Mİ?
Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin aslına bakılırsa çok fazla heyecanı yok. Kendi rutininde gidiyor. Ben daha çok adayların profiline ve söylemlerine bakmaya çalışıyorum. Açıkçası benim en fazla dikkat kesildiğim aday Selahattin Demirtaş. Merak ettiğim şey de; acaba Türkiye'ye ne söyleyecek?
Demirtaş'ın Türkiye'nin birçok illerinde konuşmaya çalıştığını zannediyorum. Televizyonda izlediğim kadarıyla yaptığı miting mi yoksa küçük katılımlı toplantılar mı bunu net anlayamadım. İlginçtir; Demirtaş özellikle Güneydoğu dışındaki illerde konuşurken, televizyon kanalları dinleyenleri göstermiyor. Zaten fazla bir dinleyici kitlesi de yok. Güneydoğu illerinde konuşurken, herhalde daha rahat ediyor ve kitlelere hitap etme imkanını bulabiliyor Demirtaş.
Kelime olarak "Kürt" ve içerik olarak marksist çatışma dilinin dışına çıkamamış olan Demirtaş'ın (ve aslında beraber hareket ettikleri arkadaşlarının) Türkiye'ye hitap edebilme ve onu kapsayabilme açısından son derece sıkıntı çektiği ve ezberinin bozulduğunu gördüm. Bu bağlamda söylediklerine dikkat etmeye çalıştığımda, arasıra kullandığı "Türk" kelimesi ağzında bir eğreti duruyor ve ilginç bir biçimde Türkiye'de beraber yaşamaktan bahsediyor. Türkiye'de her etnik unsurun beraberce yaşamasından bahsetmesini tabii ki olumlu buluyorum; ama Demirtaş'ı çok inandırıcı bulmuyorum.
Bu zamana kadar Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni bir etnik azınlık çerçevesinde eleştiriye tabi tutan bir zihniyetin, bu devletin Cumhurbaşkanlığına talip olunca, bu ülkede çok farklı etnik ve dini unsurların yaşadığının; daha da önemlisi Cumhurbaşkanlığına talip olmanın, kürtler dışında tüm çeşitliliğe hitap edebilecek bir dili de gerektirdiğinin farkına varabilmesi önemli bir aşamadır. Ama farkedileceği gibi Demirtaş, henüz o kapsamlılığı yakalayabilecek bir dil ve müktesebattan yoksun görünüyor. Aslında evrensellikten uzak, dar kapsamlı tüm siyasetlere bu şansı vermenin (belki burada Cumhurbaşkanlığı adaylığına tekabül ediyor), siyasetlerin kendi ezberlerinin yetersizliğini görebilme şansı verebildiğini düşünüyorum.
Dışarıdan sert bir eleştiri dilini benimsemiş siyasi yapının, evrenselliğe evrilebilmesi de olabildiğince sancılı bir süreci gerektiriyor. Bu bağlamda Kürt siyasetinin de BDP-HDP ve hatta Hüdapar bağlamında kendi sınırlarına gelip dayandığı noktayı tecrübe edebiliyoruz. PKK tarafından dağa kaçırılan çocukların annelerin gösterileri hala devam ediyor. Bu durum, en azından bu zamana kadar blok halinde "zulme uğramış kürt halkı" söyleminin, nasıl da kendi içerisinde zalim ve mazlum dili olarak ayrışabildiğini bize göstermektedir. Şu andan itibaren, BDP-HDP'nin homojen bir mağduriyet diline abandıkça, "mağdur anneleri" hatırlatan bir siyasi ortam da oluşmaktadır. Artık sürekli hesap soran BDP-HDP çizgisine ve Demirtaş'a, bu annelerin hesabı sorulmaya devam edecektir.
Geçmişten bu yana ısrarla bu sorunları bir "Kürt sorunu" olarak değil, etnik sorunlar olarak değerlendirme eğilimindeyim. Bunun tabii ki özel bir anlamı var. Bunu Kürt sorunu olarak nitelerseniz, meselenin evrensel bir ırkçılık bakış açısından bakılarak derinleştirildiğini göremezsiniz ve açıkçası bir ırkçılığa itiraz ederken gelip ırkçı bir bakış açısının göbeğine oturursunuz. Ancak meseleyi genel anlamda bir etnisite sorununun yansıması olarak değerlendirdiğinizde, Türkiye ile sınırlı kalmadan bu meselenin evrensel boyutlarını, bakış açılarının problemlerini ve derinleşen kriz noktalarını yakalayabilirsiniz. Daha da önemlisi, böyle bir üst bakış açısından bu tür sorunlar nerede yaşanırsa yaşansın, itiraz etme ve bunlara evrensel çözümler sunma şansını yakalayabilecek bir imkan ve enstrümanınız hep elinizde olur.
BDP-HDP çizgisinin, birleştirici en önemli unsur olan dine mesafeli ve hatta Marksist bakışın gölgesinden düşmanca bakış açısı, evrensel söylemler üretme şansını elinden alan bir başka noktadır. Aslında, Türkiye'nin geneline hitap etmeye devam edecek olanlar, derinlere indikçe bu evrenselliği nasıl yakalayabilceklerini de anlayacaklardır.
Şimdi Demirtaş'a şunu hatırlatalım: Demirtaş, Türkiye'nin geneline hitap edebilme noktasında çok kıvrandığını biz farkediyoruz. Peki sen farkedebildin mi?
Prof. Dr. Mustafa TEKİN