Deliler tarıma girdi
Bahar geldi.
Cemreler peşi sıra düşüyor.
Ekonominin getirdiği ağır sorunları aşacak haberlerin
yazla birlikte sofralarımıza da düşmesini dört gözle bekler
olduk.
Asgari ücretin hiçbir simit hesabını kurtaramadığı bir
zamanda ne anlatırsanız anlatın vatandaşın akılını da gönlünü de
kazanamazsınız.
Yaz dönemi bunu sağlayacak bolluk ve bereketi getirirse
o başka...
Seralarda yapılan üretimlerin maliyetini bir miktar düşüren o
bilindik geleneksel tarım uygulamalarını taçlandıracak adımları
teşvik etmek gerek.
Zira ekilemeyen, dikilemeyen arazi olduğu haberleri iyice arttı.
Tarımda üretimi artırmanın en temel yolu neoliberal politikalara
uyarak sistemi tamamen özelleştirmek olduğunu inandık.
Ne yalan söyleyeyim ben de bu fikrin işlemesi gerektiğini düşündüm.
Ama öyle değilmiş.
Batılıların tarımsal üretim modelinde büyük parsellerde verimliliği
artırarak maliyetleri düşürme önceliği esas kabul ediliyor.
Bu formül eksik kalırsa çiftçinin zarar etmesinin önünü alacak sübvansiyonlar devreye
giriyor.
Çünkü tarım çok stratejik bir sektör...
Eğer üretemezseniz para kaybı gibi bir sonuçtan çok daha büyük bir sorunla
karşılaşırsınız:
AÇLIK!...
Afrika’nın ekonomik yokluk ile açlık çeken ülkelerini hepimizi biliyoruz.
Üretim araçlarını kendi eliyle yok eden Yemen'de insanların savaşmaktan
başka bir şey yapmaması açlığı getirdi.
Mezhep bilmeyen çocukların açlıktan ölmesinden yıllar sonra ancak mübarek
Ramazan ayıyla çözüme bir adım yaklaşıldı.
Cumhuriyet’ten bu yana çoğu konuda Batılı devletlerin uygulamalarını kopya
eden Türkiye, muasır medeniyete tepeden inme bir yöntemle ulaşmaya
çabalıyor.
Bu zamana kadar bunun getirdiği birçok sosyal ve ekonomik
sorunu yaşadık.
Hâlâ da yaşıyoruz.
Peki bu uygulamadan vaz mı geçmeliyiz?
Asla!
Kim daha iyi yaparsa ona sarılmak zorundayız.
Kendimizi de bir an önce geliştirerek öncü çalışmalar için çabalamaya devam
etmeliyiz.
İşte tarımda da böyle bir dönemece geldik.
Üretim prosesimizde bir sorun yok.
"Tarlada 1 lira, markette 20 lira!" açığının iki
sebebi var.
BİR; depolama, lojistik maliyetlerinin temeli olan enerji maliyetleri
oldukça yüksek.
İKİ; ihracatını yaptığınız bir ürünün ihracat fiyatının altına iç pazara
girmesi neredeyse imkânsız.
Kim zarar etmek ister ki...
Birincisinin çözümü basit:
Enflasyonla mücadele...
İkincisi için çözümü ise kısa süreli tanzim satış.
Uzun süre olursa işletmeler kapanır ve bu sefer de istihdam problemi doğar.
İşte bu kadar mücadelenin içinde tarımsal üretimde neoliberal
politikalara ara vermek biraz nefes alınmasını sağlayabilir.
Çünkü bizim köylümüz "çiftçi" değil.
“Köylü milletin efendisidir.” anlayışı hâlâ en tepede duran bir
gerçek.
Bu nedenle bırakın özel sektörü köylere hiçbir yabancıyı sokmama âdeti hâlâ
devam ediyor.
Ege’den, Karadeniz’e; Doğu’dan İç Anadolu’ya
kadar bu iş böyle...
Bu gerçeği değiştiremiyoruz.
Bu çıkmazı perçinleyen başka bir sorun da köylerdeki özel mülkiyet.
Tarlaların miras yoluyla paramparça olmasını hiçbir
kanunla çözemedik.
Ekilmeyen, dikilmeyen yerlerin mülkiyetinden çıkan kavgalar birçok tarlanın
ekilmemesine ve birçok köyün ıssız kalmasına neden oluyor.
Zaten, "Büyükşehirlerdeki yaşam çok tatlı değil mi? Ne
gerek var şimdi köy yerine..." fikri de çabası...
Bu kadar karmaşayı aşacak bir adım atmak çok zor.
Öneriler havada uçuşsa da hiçbir şeyi değiştirmeden en yakın çözüme
ulaşmanın bir yolu var.
O da hamaset yapmadan, üretmek isteyenlerin yanında olmak.
Bir süredir takip ettiğim Türkiye Tarım Gıda, Hayvancılık ve
Arıcılık Federasyonu (TAHAP) böyle çalışmalar yapıyor.
"Ahlâk önceliğimiz." diyen TAHAP Genel Başkanı Mustafa
Sarıoğlu’nun misafiri olarak Rize Çamlıhemşin’e gittim.
Arıcılara verdikleri desteklerden o kadar memnun kalınmış ki gübre
konusunda da destek istemiş köylü...
Şüpheci ve arkasını arayarak birçok soru sordum Başkan’a...
Sağ olsun sabırla cevap verdi.
Kendi parasıyla yurtdışından aldığı ucuz gübreyi içeride barter yoluyla
kullanıyor.
Ana parasını istemiyor. Kâr ise gözüne gelmiyor.
"Başkan, sınırı koy." dedim.
"Senin paranla TAHAP’ın parasını ayır yoksa tezviratın
önünü alamazsın." dedim.
O da, "Biz bu işe gönül verdik. Gittiği yere kadar." dedi.
TAHAP’takilerin yaptıklarını görünce tarımsal üretimin çözümü için işin
delilerine ihtiyacımız olduğu açıkça görülüyor.
Karadeniz’deki 204 bin aile bu "delilere" güveniyor.
Çay gübresi için kapılarını çalıyor.
Piyasanın yüzde 40 altına gübre vermek için tüm kaynaklarını feda
ediyorlarsa hepimizin eteğimizdeki taşları döktüğümüzü bir düşünsenize...
Türkiye ne olur o zaman?