Deizm Nedir? Deist Kimdir? (2)
Deistlerden bahseden ilk kişi, on altıncı yüzyılın reformist düşünürü Pierre Viret olmuştur. O, Instruction Chrestienne (Cenova 1564) adlı kitabında bu grubun adını vermektedir. Ateist olmadıklarını vurgulamaya özen gösteren bu grup, kendilerini deist olarak isimlendirmişlerdir. Ancak Tanrı’ya inanan bu deistler, her şeye rağmen, İsa Mesih’i ve Hıristiyanlık öğretisini reddeden ateistler olarak itham edilerek zındık, dindışı ve heretik olarak suçlanmaktan kurtulamamışlardır (Aydın Topaloğlu, “Ateizm”, Din Felsefesi, ed. Latif Tokat, Ankara 2018, 151).
On yedinci yüzyılda doğa bilimlerinin hızlı ve kapsamlı bir gelişme göstermesi, deizmin temellerini güçlendirmiştir. Özellikle Newton, Kopernik, Kepler ve Galile gibi bilim filozoflarının güneş merkezli evren anlayışını benimsemeleri, varlığa bakış açısını değiştirmiştir. Bu bilim adamı ve filozoflara göre, evren kendine yeterli bir makinadır. Tıkır tıkır çalışan bir saat gibi işleyen büyük bir makine olarak evren ve onda meydana gelen her olayın mutlak ve mekanik ikna edici bir izahı vardır.
Bu muazzam makinada, yasaları ihlal eden veya durduran mucize ve doğa üstü olaylara yer yoktur. Kendi kendine mükemmel işleyen bir mekanizma olarak evrenin kendisi bir mucizedir. Bu öncüllerden hareket eden deistler, Tanrı’nın bu makinayı düzeltme ve onarma gibi müdahalelerini imkân dışında görmektedirler. Aksine bir makine veya eserin kendisi mükemmel ise, onun yaratıcısı veya meydana getireni de onun gibi mükemmel varlık Tanrı’nın olması bir zorunluluktur.
Deistlere göre, Tanrı, bu muazzam makinayı yapan bir mühendis, bu saati yaratan bir saatçidir. O, bu saati kusursuz ve en iyi prensiplerle yapmış ve harekete geçirmiştir. Dolayısıyla evrenin, Tanrı’nın müdahalesine bir ihtiyacı kalmamıştır. Bu tezler, Newton gibi bilim filozofları tarafından ileri sürülmüştür. Buna göre, doğanın yasaları, mucize gibi olağanüstü hallere ihtiyaç bırakmayacak kadar mükemmel ve muazzamdır.
Aslında deizm, Tanrı ile insan arasındaki sıkı ve sürekli ilişki ve irtibatı koparmakta bir sakınca görmemektedir. Deizme göre, insanların hayatları ve olaylar, Tanrı’yı ilgilendirmemektedir. Bu da sonuçları itibariyle ibadet, dua ve ayinleri anlamsızlaştırmaktadır. Nihayetinde iyiliklerin ortaya çıkması kötülüklerin def edilmesi gibi amaçlarla yapılan dua ve kutsalın aşkınlığı yerle bir olmaktadır.
Hıristiyan kültür ve uygarlığı içinde ortaya çıkan deizm, gerçekte Tanrı ile insan arasında aracı bir rol iddiasındaki Kilise’nin varlık sebebini de ortadan kaldırmaktadır. Böylece Tanrı’ya seslerini duyurarak O’ndan kurtuluşu talep etmenin koşulu olan Kilise’ye müracaat etmenin bir karşılığı bulunmayacaktır (Ahmet Arslan, Felsefeye Giriş, Ankara 1994, 153).
Sonuç itibariyle Tanrı ile insan arasındaki mutlak ilişki olan vahiy, peygamberlik, ilahî elçilik, nübüvvet gibi kutsal irtibatlar, deizm ve deistler için bir anlam ifade etmemektedir. Ancak hakikat iddiasındaki tevhid dini İslâm, Allah’ın ilahî vazifeyle görevlendirdiği ve iradesiyle seçtiği, kendileriyle vahyi gönderdiği peygamberleri, seçkin ve aziz Elçiler olarak kabul etmektedir.
Yaratan ve yaratılan arasındaki mutlak ve devamlı olan irtibat, ilk peygamberden Son Peygamber’e (s) kadar devam etmiştir. Varlık âlemindeki her olay ve olgu, onu yoktan var eden Hüdâ’nın iradesiyle gerçekleşmektedir. Yaratıcı ile yarattıkları arasında ilişki, ilahî iradenin dilemesiyle sonsuz, sınırsız ve süreklidir.
Allah’ın izni ve iradesi olmaksızın ‘bir yaprak dahi düşmez’. Yapılan dualar, O’nun izniyle mutlak bir ‘karşılık görür’. İfa edilen ibadet ve zikrin her daim Yaratan nezdinde bir mukabelesi söz konusudur. En büyük zikir olan Kur’ân’ın okunması, namazın eda edilmesi ve diğer ibadetlerin yerine getirilmesi Sonsuz ve Sınırsız Hakikat olan Hakîm ve Aziz Allah’ın bir lütfu ve ikramıdır.