Değişimin habercisi bir kış
Bu kış birçok devletin geleceğini belirleyecek yönetim değişiklikleri başlayabilir.
Hükûmetler yıkılabilir hatta devletlerin sınırları değişebilir.
Bu kadar olaya ise sadece şu iki şey sebep olabilir: enerji ve yaptırım.
Pandemiden hızlı çıkış sonrasında gelen "hızlı normalleşme" petrole olan
talebi bir anda artırdı.
Geçen yıl bu zamanlar "Petrol fiyatları nasıl düşürülecek?" diye
kafa yoran tüm devletler üretimi artırmak için başta Suudi
Arabistan olmak üzere Rusya ve diğer devletlere
çağrıda bulunuyordu.
Çünkü pandemide kasaları boşalan devletler, işlerin açılmasını
fırsat bilerek ekonomilerini bir an önce "toparlamak" istiyordu.
Ama bu plan pandeminin en çok kaybedeni petrol zengini devletlerin
isteğinden sonra gelebilecekti.
Bu durum 1970’lerdeki petrol krizi gibi bir süreci
yaşamamıza neden oldu.
Hatta OPEC’i bile lağvetmek akla geldi.
ABD her türlü tehdidi dile getirdi ve herkesle görüşme yaptı.
Çünkü Amerikalıların iktidar değişiminde petrol fiyatlarının çok
büyük etkisi var.
Süper gücün en zayıf yanı su gibi petrol tüketiyor olması...
Avrupa’nın iki katını tüketip bununla Avrupa’nın
neredeyse yarısı kadar bir ekonomi üreten petrol kullanımı var
bizim kovboyların.
Tabii dünya düzeni böyle kurulmuş bir kere, yapacak bir şey yok.
Beklentileri karşılamak iktidarların olmazsa olmazı ne de olsa...
“Petrol savaşları mı çıkacak acaba?” derken bir de
karşımıza Doğu Avrupa’da Rusya’nın Ukrayna’yı
işgali çıktı.
Pandemi sonrasında ansızın gelen bir gündem ile ABD’nin
sözde “sonuna kadar” desteğini kullanarak coşan Zeleski’nin
kışkırttığı Rus ayısı, komşusuna saldırıverdi.
İşgal olayını sindirmeye çalışırken petrol fiyatları coştu
da coştu.
Bütçeler zorlandı.
Bu arada Türkiye de, Çin’in 2030’da ABD’nin ekonomik olarak
önüne geçeceği tahminlerini masaya yatırdı ve enerji ithalatçısı
olmasına rağmen üretim üssü olacak bir politikayı yürürlüğe koymayı
tercih etti.
Hâlbuki Türkiye’nin neredeyse tamamını ithal ettiği enerji
kalemini azaltacak yatırımlara öncelik vermesi ve daha ileri teknolojiye
odaklanması yerinde olabilirdi.
Bunun yerine üniversitelere alınan daha sonra büyük bir kitle
hâline gelen üniversite mezunu gençlerin sanayiye yönlendirildiğini
gördük.
Plansızlık kaynakların heba edilmesi anlamına geliyor.
Günü kurtaran politikalar ile yapılan salvolar kazanmışlık hissi
yaşatsa da aslında gelecekteki kârlılığın yok edilmesine neden oluyor.
Türkiye’nin Singapur’dan ya da Tayvan’dan geri
kalan bir yanı olmamasına rağmen bu ülkelerdeki üretim performansının yarısını
bile yakalayamaması tamamen sistemle ilgili bir sorun.
Bu sorunu aşmak zorunda kalınabilir.
Pandemi döneminde ekonomilerin büzüşmesi sonrasında gelen
seçimler, bir bir iktidar değişikliğini getirdi.
Seçim olmayan yerlerde iktidarların istifa ettiğini, seçimlerde
de el değiştirdiğini görüyoruz.
Bu zamana kadar iktidarını koruyan tek lider Fransa’da Macron oldu.
Macron da Ulusal Meclis’te çoğunluğu kaybederek adeta bir topal
ördek hâline geldi.
Türkiye’de de benzer bir senaryo gerçekleşebilir ama Avrupa’daki
dönüşüm daha sert olacak gibi...
Putin, ABD ve Avrupa Birliği’nin yaptırımlarıyla sıkışan Rus
halkının Ukrayna işgaline olan desteğinin her geçen gün azaldığı bir
süreci yaşıyor.
Avrupa da, bu kırılmanın Putin iktidarını değiştireceği umudu ile enerji
bağımlılığını giderecek sert tedbirler almaya devam ediyor.
“Putin artık gitmeli!” mavralarıyla politika yürütülüyor.
Savaş söylemleriyle ekonomi yürütmek barış dönemine göre daha kolay...
Çünkü toplumu basit bir şekilde belli bir noktaya kanalize edebilir, “Açlık
mı, Özgürlük mü? noktasına çarçabuk getirebilirsiniz.
Türkiye bu oyuna hiç dâhil olmayarak Rusya ile ve Ukrayna ile
de yakın ilişkiler kurabildi.
Ama ülkemiz için bu savaş denklemi Yunanistan ile
kurulmaya çalışılıyor.
Ege’deki komşumuzun tacizlerine kapılmak her şeyi bir anda değiştirebilir.
Putin’in kaderi ile birleşecek bir yola pekala girilebilir.
Bu çok tehlikeli ve öngörülemez olur.
Türkiye’nin onurunu koruyarak ortaya koyduğu dış politikanın şu
ana kadar bu denklemde ilerlediğini görüyorum.
TÜSİAD ve MÜSİAD’a yönelik ABD’den gelen tehdit mektuplarının
Türkiye’nin Rusya yaptırımlarına eklenmesi de benzer bir süreç işletebilir.
Türkiye Modeli’nin ihracata ağırlık vermesi ve ana pazarın yüzde 60 oranında Avrupa olması
böyle bir yaptırım kararıyla her şeyin altüst olmasına sebebiyet verebilir.
Avrupalılar, halkı savaşla domine edip hem pandeminin getirdiği ekonomik
zorluğu hem de Rusya tehdidini aynı kefeye koyarak
sorunu bir çırpıda çözmek istese de Avrupa halklarının uzun
yıllar boyunca kınaksadığı refah düzeyine yönelen tehditlerin
iktidarlar üzerinde daha fazla belirleyici olacağı bir kış geçireceğiz.
Zorlu geçen bu kışta kimin kazanacağını göreceğiz.