Dolar (USD)
34.58
Euro (EUR)
36.26
Gram Altın
2972.26
BIST 100
9645.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
23 Mart 2020

Değişimin Ayak İzleri

“Birlik, ortak savunmalarının Kuzey Atlantik Sözleşmesi kapsamında NATO aracılığıyla gerçekleştiğini kabul eden bazı üye devletlerin yükümlülüklerine saygı göstermektedir.”

Yukarıdaki cümle Avrupa Birliği’nin temellerini atan Maastricht Sözleşmesi’nin 42.maddesi. Bu madde ile Avrupa Birliği tam olarak ete kemiğe bürünmeden güvenlik noktasında tamamen NATO’nun “esareti” altına girmiştir. Peki bu “esaret”in kabul süreci nasıl ortaya çıkmıştır? ABD ve İngiltere 2.Dünya Savaşı sonrasında bir çevreleme stratejisi izlemeye başlamışlardır. Bu çevreleme tabiki SSCB hedeflidir. Bu iki ülkenin ortaya attığı temel algı şuydu; Dünya üçe bölünebilir. Sovyetler tarafından zaten esaret altına alınmış bir bölüm, sömürge durumda olan ve yardım edilmesi gereken bir bölüm ve halen özgür olan ama sovyet canavarından korunması gereken bir bölüm. İşte bu algı Avrupa ülkelerinin ABD hegemonyasında/kontolünde olan NATO şemsiyesi altındaki güvenlik esaretlerinin temelini oluşturmuştur. Böylece İngiltere ve ABD birleşik Avrupa fikrininde temellerini atıyordu. 1991 yılında SSCB’nin yıkılması ile ortaya atılan algının yıkılması gerekirken, “Anglosakson eksen” ani bir girişim ile Avrupa ülkelerine içerisinde yazının başında altını çizdiğimiz maddeninde olduğu Maastricht anlaşmasını yazdırıyordu.

Bugün NATO’nun tüm komutanlarını olduğu gibi Avrupa Komutanlığı’nın yani resmi adıyla Avrupa Müttefik Yüksek Komutanı’nı da ABD atamaktadır. ABD, Avrupa içerisinden çıkan aykırı sesleri ise daima çeşitli tehdit ve hamlelerle dizginlemeyi başarmıştır. Mesela daha önce bu köşede incelediğimiz INF anlaşmasından çekilme hamlesi tam da Avrupa’dan yükselen AB ordusu söylemleri ile eş zamanlıdır. Avrupa Devletlerinin yüksek sesle tartışmadığı en önemli konu ise belki de şu realitedir ki; çeşitli lokal çatışmalar yaşanmış olsa da Rus birlikleri tarihte hiçbir zaman Avrupa’yı işgal etmemiştir. Oysaki kendi içlerinde Napolyon, Hitler gibi tüm Avrupa’yı hedef alan girişimler mevcuttur.

Bu bilgiler ışığında günümüze gelirsek; ABD son zaman diliminde aynı tehdit temelinde AB üzerinde etkisini sürdürmekte hatta bunu belki de ilk günden bu yana en zirve noktaya taşımaya çalışmaktadır. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in; “Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana ABD güçlerinin Avrupa’da en büyük konuşlanması” diyerek tasvir ettiği “Exercise Defender Europe 20” tatbikatı bunun en bariz kanıtıdır. Koronavirüs salgını sebebiyle önemli oranda ertelendiği duyurulsa da; tatbikat kapsamında Avrupa’ya nakledilen unsur sayısı azımsanamayacak ölçüdedir. US Army Europe (Avrupa’daki ABD Kara Kuvvetleri), halihazırda sahada bulunan diğer 10.000 ve NATO müttefiklerine ait 7.000 asker ile birlikte ABD’den Avrupa’ya 20.000 askerin geldiğini duyurmuştu.

US Army Europe, bir “Askeri Schengen Bölgesi” oluşturmak istemektedir. Yani NATO diğer bir deyişle ABD komutasındaki birliklerin Avrupa içerisinde serbest dolaşımını istemektedir. Peki ne için? Zaten olası bir Rus saldırısında bu durum defacto olarak gelişmeyecek midir?

Burada sorgulanması gereken bir diğer husus ise ABD’nin bu hamleyi sadece askeri anlamda mı yaptığı yoksa bu hamlenin ekonomi temelli örtülü hedeflerinin de olup olmadığıdır. Zira AB ülkelerinin, özellikle Almanya’nın İran ambargosu temelli itirazları, İtalya’nın Çin’in bir yol bir kuşak projesine yönelik açıklamaları…

Tüm cevapları alacağımız bir döneme girdiğimiz artık kesin. Mevcut küresel sistem her anlamda köklü bir değişimin arifesinde ve bu değişimin bir akıl tarafından yönetildiği aşikar… Gördüğümüz kabustan uyanabilenlerden olursak, yeni bir dünyaya uyanacağımızı herkes bilmeli. Tüm paradigmaların değiştiği farklı bir dünya…