Değişimin ABC’si
İnsanlar durumlarından memnun olmadıklarında bir değişimi isterler; ancak bunu kendileri bir sorumluluk üstlenerek değil, tam tersine bir kişiye güvenerek yaparlar. Birinci sorunumuz budur. İkincisi ise, bir toplumda değişim isteniyorsa, ilk önce kültürde iş yapma ve sorun çözme biçimin değiştirilmesi; yani kültürün değişmesi gerekir. Şayet kültür şikayet edilen bir konuda mevcut duruma kalım hakkı veriyorsa, orada bir değişim söz konusu olamaz.
Şimdi birincisinden başlayalım. Eric Fromm “Özgürlükten Kaçış” isimli eserinde, insanların bir şeylerin değişimi noktasında yükümlülük üstlenmemek için nasıl da özgürlükten kaçtıklarını örnekleriyle anlatmaktadır. Gerçekten insanlık tarihi bunun örnekleriyle doludur. Kur’an-ı Kerim’de “sen ve Rabbin gidin” şeklinde Musa’nın kavminin tarihi yükümlülük ve sorumluluktan kaçışı eleştiri konusu yapılmaktadır.
Değişimin gerçekleşebilmesi için, öncelikle her bir ferdin özgür bir irade ve seçimlerini önemseme gibi arayış ve tavırda olması gerekmektedir. Bu istek, aslında insanın varoluşunun da bir gereğidir; tıpkı yükümlülüğün de insanın kendini kemale erdirmesi için gerekli olduğu gibi. Çünkü insan olmanın anlamı, bu dünyada bulunuş ve onunla irtibat kurma bağlamında bir yükümlülüktür. Kur’an-ı Kerim’in “insanın kabul ettiği emanet” dediği şey işte bu yükümlülüktür.
Toplum hayatımızın bu yükümlülüklerin işlediği bir hayat olduğunu iddia edemeyiz. Meselâ; dini alanda insanlar bir tek cemaat liderine güvenerek hayatlarını kuruyorlar. Zihinsel arkaplanlarda sürekli yaşama imkanı bulan mehdi ve mesih inancı, aslında fertlerin kendi sorumluluk ve özgürlüklerini yüklenmemelerinden mülhem ortaya çıkmaktadır. Aynı şeyi siyaset, toplum ve aile düzlemlerinde de izlemek mümkündür. Bu durum fertlerin sürekli acizlik içinde oldukları, toplumun da “hak”, “sorumluluk” ve “özgürlük”lerini yüklenemediklerini bize göstermektedir.
İkinci önemli nokta, özellikle bir sorun halletme biçimi olarak kültürün değişmemesidir. Peygamberler, tarihsel süreçte toplumlarda yaptıkları değişimlerle bir anlatımın konusu olurlar. Onlar, kültürün ana damarlarını devam ettirmekle birlikte, onu aşabilen insanlardır. Bunu Marx’tan ödünç alacağımız altyapı-üstyapı kavramıyla açıklayabiliriz. Toplumda bazı değişimlerin olması isteniyorsa, ona hayatiyet kazandıran kültürü değiştirmedikçe değişimi sağlayamazsınız. Bu bağlamda o unsuru devam ettiren kültürel kalıplar devrededirler.
Söz gelimi; bir ailede sürekli üretmeden tüketen bir birey, içinde bulunduğu handikaptan çıkabilmek için üretim kültürüne adapte olması gerekir. Yine her türlü problem karşısında tek sorun halletme biçimi “kavga” olan kişinin, öncelikle bakış açısını değiştirmesi ve “kavga” kültüründen uzaklaşarak sorunlarını barışçıl çözen bir kültürü edinmesi gerekir. Genellikle toplumlarda kişiler, siyasi tercihler değiştirildiği zaman sorunların halledileceğine olan inançlarını muhafaza ederler. Doğrusu ideolojik, siyasi ve kültürel gerilimler de bunların arkasından gelmektedir.
Siyaset kanadından yapılacak değişimler elbette önemlidir. Ancak siyasi kanattan gelen değişimlerin yukarıdan aşağıya mekanik bir şekilde değişimle sonuçlanacağını beklemek, kanaatimce çok doğru değildir ya da en azından eksiktir. Nihayetinde siyaset de toplumdaki beklentiler ve varolan kültürel durumları, siyasi tavır alışlarında yüksek düzeyde ciddiye alır. Hatta benim kanaatim, büyük oranda o altlarda işleyen kültürü sürdürür.
Tabii ki genel anlamda kültür, toplumsal sürekliliği sağlayan bir unsurdur. Dolayısıyla kültürün değersel bir unsur olarak varlığı önemsenmelidir. Ama benim burada bahsettiğim, sorun halletme biçim olarak oluşan form ve yapılardır.