Dolar (USD)
35.16
Euro (EUR)
36.59
Gram Altın
2958.42
BIST 100
9916.22
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
01 Ekim 2020

Değişim kendinden başlar!

Geçtiğimiz hafta randevu alan, sesinin tonunda yorgunluğunu okuduğum Serpil hanım bugün karşımdaydı. Gözlerinin altı kararmış, bakışları donuklaşmış, dudakları solgun, saçları dağınık ama renk uyumlu kısa ceket, kot pantolon ve spor ayakkabısıyla, yaşının yarım asırlık çınar misali elli olduğunu düşündüğüm, lakin otuz sekiz olan acılı hanım gösterdiğim koltuğa adeta kendini bırakmıştı.

Aradan fazla zaman geçmeden akmayı bekleyen gözyaşları ile içindeki biriktirdiklerini tek tek döktü. Bir seansta anlatılanlar ciltler dolusu kitap misaliydi. Dağların kaldıramadığı hayat yükünü küçük bir beden nasıl kaldırır dedirtti.

Bir yandan ağlayıp bir yandan onca yaşanmışlıkları dile getirmenin farkı volkanın içindeki lavmanla sadece kendisini yakmasıydı. Görünen o ki onu ne eşi, ne çocukları, ne etrafında pervane oldukları anlayacaktı. Zira Serpil hanım bile kendine anlam veremiyordu.

Anne yuvasından kaçarcasına her iki tarafında isteksiz olduğu bir evlilik yapması, akabinde Almanya’ya gelmesi, arka arkaya iki çocuğu, sekiz yıl sonra bir oğlu daha olması eve bakmayan eşinin kumarda neleri varsa kaybetmesi, aldıkları evi vermek zorunda kalması, defalarca aldatılması, gidecek kapısının olmaması, dil de bilmediği için hep içine atması, yıllarca en ağır işlerde çalışması, evinde akşamları dikiş dikmesi, büyük kızı babası gibi biri ile evlilik yapması, ortanca oğlunu uyuşturucuya kurban vermesi. Elinde henüz 8 yaşında olan küçük oğlu ve onu da kaybetme korkusu ile bir çare arayışı içine girmesi...

Bağımlılıkla mücadele projemizin duyulması ve akabindeki başvurular acıların sanıldığından çok olduğunu belirtmektedir. Dört duvar arasından yaşanan acılara şahitlik eden ise sadece acılı göz yaşlarıdır.

Hayatın neresinden yakalarsak yakalayım güzel olduğunu bilmeliyiz. Kırk yaş adeta yeniden doğum misalidir. Tıpkı kartalın dağlara çekilip uzun ve acılı bir süreç akabinde kollarını ve kanatlarını kendisinin verdiği mücadele ile yenide oluşumunu sağlaması ve uçuşa hazır olması gibidir.

Belki de bizi hayvanlardan geri bırakan tek olgu içindeki bu öğretiye teslim olmasıdır. İnsanı üstün kılan da güzel söze uyması, bu teslimiyeti gönüllü yapmasıdır. Bu teslimiyet insana huzur verendir. Aksi takdirde hep acı çeken, ağlayan, her zaman şikayet makamında olunur.

Bizler zaman üstü olamasak da bir anda mekan üstü olabilir, hayata bulutlar üzerinden bakabiliriz. Hayat su gibi akıp giderken bazen arkada bıraktıklarımız üzüntümüz bazen de sevinç kaynağımız olabilir.

Geçmişin sıkıntısıyla ya da geleceğin kaygısıyla yaşanılan güzelliklere kör olursak hayat tecrübelerimizin bizde bıraktığı hayra erişemeyebiliriz.

Mütemadiyen geleceğin bize neler getireceğini düşünerek sıkıntılar yaşarsak, geleceğin derdine düşersek anın kıymetini bilerek kalıcı hale getiremeyebiliriz.

Zaman yaşanılan her olaya şahitli olarak geçer. Eğer hoş seda bırakma derdinde olursak, arkada dua eden gönüller bırakabiliriz.

Ne kadar zaman üstü olamasak da mekan üstü oluşumuz uçaktan yeryüzüne bakarcasına görkemli dağları, kocaman evleri, bir çok insanları küçültür. İçindeyken kaybolduğumuz karışık şehirler yukardan elimizin içine sığacak kadar olur.

Hayata her birimiz kendi gözlüklerimiz ile bakarız. Gözlüklerimizin kirinden habersiz olursak her şeyi kirli görebiliriz. Kötüyü görmeye odaklanırsak hep kusurları görür yargılarız, suçlarız. Sonunda bizde yargılanır, suçlanırız.

Hayatımızın baş rolünün kendimiz olduğunu biliyoruz. Kurallar uyanlar içindir, bunu da biliriz. Uyum içinde olmak demek her şeyi olduğu gibi kabul etmek demek değildir. Hayatta değiştirebileceğimiz tek şey kendimiz olduğunu kabullenmeliyiz. Aksi takdirde hep karşıdan değişim beklentisiyle ömrümüzü tüketiriz.

Unutmamalıyız ki gerçek değişim insanın kendisi ile başlayan değişimdir. Aksi takdirde nereye gidersek gidelim kendimizi ve iç dünyamızdaki yaşanmışlıklarımızı götürmekteyiz.

Peki, onca kendi yükümüz varken neden başkalarının yükünü yükleniriz?