Dolar (USD)
35.19
Euro (EUR)
36.83
Gram Altın
2969.34
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
08 Haziran 2020

Değişenle Değişmeyenin Yer Değiştirdiği…

Yıldız ve ay hareketlerinin insan tabiatı kadar toplumları da etkilediğine duyduğum inancı bilen bir yakınım Fatih Altaylı’nın Habertürk’te astrologları ağırladığı programın linkini göndermiş. İlgili konukların korona duyulmadan önceki tespitlerine tanık biri olarak, parça parça da olsa yayını izlemeye çalıştım. Söylenenlerin irdelenip sorgulanarak dinlenmesi ve parçalardaki haklılığın bir bütün olarak kabul edilmemesi düşüncesini muhafaza ederek elbette… Programdan kendi adıma güzel mesajlar toplamama rağmen robotik çağa girmiş olmamızın sürekli vurgulanması ve kendimizden ziyade çocuklarımızın bu çağın bir parçası olarak hissettirilmesi bana iyi gelmedi. Niyet kötü olmasa da yaşanan sürecin bu telkin etrafında dönmeye başladığını gözlemlemek mümkün. İnsanımızın dudaklarında kötü huylu bir nakarat gibi umutsuz kelimeler dolaşıyor oysa bu zaman parçası, kabulün değil de direnişin tablosunu oluşturmalıydı.

Halit Ziya Uşaklıgil’in ilk kez Servet-i Fünûn’da yayımlanan “Mösyö Kanguru” hikâyesinde çirkinlikle damgalanan bir çocuğun çevresi tarafından dışlanması ve hayatının bir trajediye dönüşmesi anlatılır. Arkadaşlarının kendisini bir kanguruya benzetmeleri ve bunda karar kılmaları, çocuğun da zaman içerisinde bu benzetmeyi içselleştirmesine neden olur. Bundan sonra güzel olan her şeye bir öfke duyarak bakacak ve insanla hayata yönelen bu bakışı hayvanî bir ihtiras üzerinden şekillenecektir. Onun evini terk etmesi, kendisine uygun bir sanat kariyerine başlayarak insanları eğlendiren bir soytarıya dönüşmesi ve burada tanıdığı genç kıza âşık olması içindeki sevgisizlik ve eziklik duygusunu yıkmaya muktedir olamaz. Aşk onda dolunayla buluşan garip bir gözyaşına dönüşmeden önce yırtıcı bir hâl alır. Bir kirletme, öldürme, yok etme arzusuna dayanır. Mösyö Kanguru bence kabullenişin, boyun eğişin ve bir noktadan sonra dönüşüme gidemeyen bir mecburiyetin tablosunu çizer. Halit Ziya içini daima dışarısı ile biçimlendiren ve bu konumlandırma karşısında artık kendisine hükmedemeyecek hâle gelen ferdin mağlubiyetini anlatır. Fakat insanda kendini aşabilen gizil bir güç de vardır. Mösyö Kanguru’nun sevdiğini öldürmeye en çok yaklaştığı bir zamanda gecenin aralanan kapısından ay ışığı sızar ve Kanguru’ya bir damla gözyaşı armağan eder.

Bu hikâye insanın garipliğini yeniden düşündürürken, kendisine dikte edilenleri üzülse de kabullenen, kabullenişi mücadeleden daha aziz gören teslimiyetin gücünü anlatıyor.

Hayat nasıl geçer? Akışa râm olan bir insanla, cılız bir rüzgâr zarafetiyle de olsa ona direnen bir insanın yaşamları arasındaki fark gönüllerimizden nasıl geçer? Arafta kalsa da kendi musikisini oluşturan fert, düzenin ritmine tempo tutandan daha cazip değil midir her şeyden önce kendisine?

Topluma uyum gösterse bile nizama aykırı olmak gizli bir direniştir ve her direniş uyumsuzluk değildir. Önce kendisinden başlar insanın direnişi…

Söz programdan açıldı. Bir şeyin içine adım atmışsak muhakkak alıp cebimize koymamız gereken başka şeyler vardır. Bazen tasvip etmediğimiz binlercesi arasından alınacak bir ders, o binlercesini yenecek boyuttadır. Astrologların konuşmaları içinden “sadeleşme” gibi bir düşünceyle çıkacağımı düşünmemiştim hiç… Bu söyleşi beni “daha sade ve zarif yaşayamaz mıydım?” sorusuyla yüzleştirdi. Üç aydır “demek ki bu da olabiliyormuş, yapılabiliyormuş.” dediğimiz her şeyi aslında hep yapabileceğimizi tasdik ettim. Şimdi itiraf da ediyorum.

Bir sabah başka bir iklime aralarsınız gözlerinizi. Kalbinizi yeni kelimelerle yıkanmış bulursunuz. Her gün sorduğunuz “ne değişti” sorusu yer değiştirmiştir bir diğeriyle; “ne değişmedi?” Kendi değişiminize eşlik edecek bir değişim ararken his yordamıyla yoklarsınız çevrenizi. Her şey yerli yerindedir, uğrunda değişimi göze aldıklarınızda bile yoktur bir başkalık. İçinizde ince bir dal kırılsa da bilirsiniz, artık daha uzun bir yoldur yaşamak…

Selam ile