Dolar (USD)
32.59
Euro (EUR)
34.78
Gram Altın
2504.75
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

19 Mart 2020

Değişen koşullar, direnç odakları ve bitmeyen laf-ı güzaflar

Virüs salgını nedeniyle teyakkuz halindeyiz. Doğal olarak bu kritik dönemde krize ilişkin gelişmeler dışında pek çok şey ilgi çekici olmuyor. Krizin durumu, nedeni, seyri üzerinden spekülasyonları tüketmenin de bir sonu olmadığına göre ilgi ve sorumluluk alanımızda yer alan iş ve işlemlerle ilgilenmek dışında makul bir şey görünmüyor. Kriz öncesinde rutine ilişkin eleştirel bakışımızı zor da olsa muhafaza ederek yol alıyorduk. Krizin rutini bir anlamda askıya aldığı şu günlerde kendimize, iş ve işleyişimize ilişkin eleştirelliğimizi biraz daha derinleştirmekte fayda var. Zira böylesi fırsatlar çok sık gelmezler ve bilmeliyiz ki bu fırsatlar genelde kriz dönemlerinde, buhran dönemlerinde gelirler.

Malum küresel salgınla mücadele kapsamında alınan tedbirlerden birisi de eğitim-öğretim alanıyla ilgili. Eğitim-öğretim faaliyetleri tatil edildi. Okullara öğrenciler ve öğretmenler gitmeyecekler. O halde okulun merkezde olduğu bu yapılanmanın mahiyetine ilişkin kriz vesilesiyle düşünülecek bir şey var mı diye bakmamızda fayda var. Malum belirli yaş aralığındaki bir nüfusun okula zorunlu olarak gitmesi gerektiği tarihin başlangıcından bu yana gelen bir uygulama değil. Bu uygulamanın tarihsel-toplumsal koşulları ilgili olanların malumu.

Kabaca bir tablo çizersek okul merkezli zorunlu kitlesel eğitim, modern ulus devlet yapılanmasının ve Aydınlanma düşüncesinin felsefi, ideolojik altyapısını oluşturup motivasyonunu sağladığı, sanayiye dayalı toplumsal yapının zaruretine ve meşruiyetine gerekçe temin ettiği ve teknolojik gelişmelerin de bunu taşıyabilecek imkan ve kabiliyet gösterdiği bir uygulamadır. Bu düzenek, albenili bir retorikle halelense de nihayetinde varoluşuna etki eden bu dinamiklerin yönlendirmesine, ihtiyaçlarına, beklentilerine, arzularına ve şüphesiz sınırlılıklarına da mahkum olarak hayatımızda yer alıyor.

Tarihsel süreç içerisinde bu düzeneğin işleyişine, yapılanmasına ilişkin itirazlar, eleştiriler dile getirilmiş olmakla birlikte esas yıpratıcı dalga, malesef ne ülkemizde ne de dünyada üzerinde çok fazla durmuyor olsa da, bu düzeneği var eden koşullardaki büyük ölçekli değişimden-dönüşümden geliyor. Bugün ne o dönemdeki modern ulus devlet yapılanması ve motivasyonu var ne de dünyanın büyüsünü bozmuş’ dolayısıyla tabiatın ve toplumsal olanın şifresini ele geçirmiş’ iddiasında olan bir düşünsel-felsefi pozisyon var. Ekonomik yaşamdaki değişim ile baş döndürücü bir hal alan teknolojik gelişmelerin nasıl bir seyir aldığını ayrıca söylemeye gerek yok sanırım.

Dolayısıyla zorunlu-kitlesel eğitimle birlikte tarihsel-toplumsal yapının olmazsa olmazı olarak sahne alan pek çok yapı ve kurum kendilerini meşru ve mümkün kılan koşullardaki değişim nedeniyle sahneden usulünce çekilirken okul merkezli zorunlu kitlesel eğitim mantığı, kurgusu, işleyişi ve formatı ile bırakın sahneden çekilmeyi varlığı ve meşruiyeti tahkim edilerek sürdürülmeye çalışılıyor. Köklü bir değişim-dönüşüm dinamiği karşısında bir ideolojik-politik direnç odağı olarak muhafaza edilmek istenen bu yapının etkililiğine ve verimliliğine dair memnuniyetsizlik de üstelik had safhada.

Bir anlamda 19. yüzyıldan kalma bir sosyal fosil olarak hayatımızda merkezi bir rol üstlenen bu düzeneğin, bu zorunlu tatil vesilesiyle üzerinde yeniden düşünülmesinde fayda var. Mesele sadece taknik imkanların, ekonomik koşulların, siyasal-ideolojik motivasyon ile felsefi-düşünsel iklimin başkalaşması olmadığını bilelim. Bilginin kıt olmaktan çıkıp fazlalaştığı, bilgi aktarım kanallarının alabildiğine çeşitlendiği ve üstelik her türlü bilgi tekelini ve denetim mekanizmasını atıl bıraktığı, nesilleri arası bağlantının koptuğu, kültürel aktarımın ve aktarım koşullarının yapısal anlamda kundaklandığı, tahrip edildiği bir vasatta eğitimin ontolojisine ilişkin bir düşünme, tartışma yürütme mecburiyeti ile karşı karşıyayız.

Eğitimin okuldan mı verileceği yoksa online veya uzaktan veya evden mi verileceği tartışması daha sonraki bir tartışmadır. Önemlidir ancak tali bir tartışmadır. Günümüz gerçekliğinin ne olduğuna ve bu gerçeklik içinde kim olduğumuza ve olacağımıza ilişkin bir kavrayışımız varsa tabi. Bu yok ise gerisi laf-ı güzaf.