Değerli olmak için!..
Allah (c.c.) bizim giydiğimiz elbiselerin
kumaşının kalitesine, oturduğumuz evlerin semtine ve metrekaresine,
evlerimizdeki mobilyaların kalitesine, işgal ettiğimiz makam ve mevkilere,
hesaplarda biriktirdiğimiz servetimizin azlığına ya da çokluğuna, boy-pos, soy-
sopumuza göre değil; O’nun değer verdiklerine sahip çıktığımız oranda değer
veriyor.
İslam'ın ilk yılları... Gizli gizli davet
devam ediyor... Açıktan Kur’an-ı Kerim okunamıyor... Büyük bir baskı, zulüm ve
tehdit ortamı...
O dönemde Rahman Suresi nazil oluyor...
Kur’an-ı Kerim açıktan henüz hiç okunmamış.
Rahman Suresi nazil olunca Abdullah b. Mes’ûd (r.a.) “Ben bu sureyi gidip
Kâbe’de (Kâbe’nin içerisi 360 civarında putla dolu) putların karşısında,
müşriklerin gördüğü bir ortamda okuyacağım” diyor.
Abdullah b. Mes’ûd ismi, ilmi, takvası, şuuru
ne kadar büyük ve azametli ise vücudu onunla ters orantılı cılız, sıska, zayıf
yapılı olan zatlardan bir tanesidir.
“Gidip okuyacağım ben Rahman suresini”
deyince arkadaşları: “Gitme!” dediler. “Sana eziyet ederler. Sen de bu
eziyetlere dayanamazsın. Gitme!”. Abdullah b. Mes’ûd (r.a.) dinlemedi. “Ben
gideceğim!” dedi. Arkadaşları “Sen onların eziyetine, işkencesine dayanamazsın.
Zayıf bir adamsın. Sana zahmet verirler, döverler, işkence ederler.” dedilerse
de Abdullah b. Mes’ûd arkadaşlarını dinlemedi.
Bazen imanı göğüs kafesi içerisinde
saklayabilmek, tutabilmek neredeyse imkânsız hale gelir. Artık taşmak ister,
coşmak ister insan. Haykırmak “Muhammedur Rasulullah” diye, bazen “Allahu
Ekber” diye imanını gür bir seda ile duyurmak ister insan... Abdullah b. Mes’ûd
öyle anlardan bir tanesini yaşıyordu.
Kur’an-ı Kerim'in indiği dönemde yaşayan Arap
toplumunun en büyük avantajlarından bir tanesi inen, okunan Kur'an ayetlerini
duydukları zaman anlıyor olmalarıdır. Biz tercüme ve tefsirini okumadan
anlayamadığımız için Kur’an-ı Kerim'in mucize beyanından yeteri kadar
etkilenemeyebiliyoruz. Bazen öyle çarpıcı, öyle vurucu ifadeleri vardır ki;
Arapçaya vakıf olan, Arapçanın cümle yapısını bilen insanlar bunun bir insan
sözü olmadığını, olamayacağını; mutlaka ilahi bir kudret tarafından indirilmiş
bir kitap olduğunu anlamaları çok zor değildir.
Abdullah b. Mes’ûd (r.a.); Kâbe’nin yanında,
putların karşısında, müşriklerin bulunduğu bir ortamda
“Bismillahirrahmanirrahim” diyerek Rahman suresini okumaya başlayınca şaşkına
dönen müşrikler çarpılmış gibi oldular. Sesin geldiği tarafa bakıp da okuyanın
Abdullah b. Mes’ûd olduğunu görünce üzerine yırtıcı hayvanlar gibi saldırdılar.
Müşrikler; Haktan, hakikatten korkar. Şirk ve
nifak hastalıktır. İnsanın bünyesinden çıkmazsa her türlü güzellikten nefret
eder.
Müşrikler, Abdullah’ın üzerine nefretle,
yırtıcı hayvanlar gibi saldırıp bayılıncaya kadar dövdüler. Abdullah'ı
bıraktıktan sonra arkadaşları alıp kenara getirdi. Abdullah baygındı. Epeyce
süre sonra Abdullah kendisine gelebildi. Arkadaşları; “Sana demedik mi yapma!
Onlar sana eziyet ederler. Bünyen zayıftır, eziyetlerine dayanamazsın! Neden
yaptın?” Abdullah b. Mes’ud; “Vallahi onların yaptıkları bugün benim gözümde o
kadar hafif ki yarın olsun gider yine aynısını yaparım” dedi. Yani onların bu
eziyetleri bu işkenceleri beni korkutamaz, hiç umurumda da değil.
İnsan aşk mertebesinde bağlı olunca acıyı
bile neredeyse hissetmez hale geliyor. Bütün dünyanın karşısına tek başına
çıkabilecek imanı ve kuvveti kendisinde görüyor…
Aradan yıllar geçiyor. Zor dönemler zor
yıllar geride kalıyor. 13 yıl Mekke hayatından sonra Medine-i Münevvere’ye
Efendimiz (a.s.) ve beraberindeki müminler hicret ediyorlar. Medine Devleti
kuruluyor. Savaşlar oluyor ama Mekke günleri ile kıyaslanmayacak derece
ferahlamışlar Medine-i Münevvere’de. Müslümanlar daha çok eğitim-öğretime;
Kur'an, hadis öğrenmeye zaman ayırabilecek durumdalar.
Medine'deki günlerden birinde birkaç
arkadaşıyla beraber Hz.Peygamber (as)bir hurma bahçesinde oturuyorlar.
Aralarında Abdullah b.Mesud (ra)da var. Hurmaların hasat mevsimi... Abdullah
hurma toplamak için ağaca tırmanıyor. Arkadaşları, Abdullah ağaca tırmanırken
ağacı saran cılız ayaklarını görünce şakalaşıyorlar, elleriyle işaret ederek
:”Şuna bak! Şu bacaklara bak! Kopacak gibi incecik, şu vücuda bak! Cılız,
sıska, neredeyse rüzgâr uçuracak...” gibi cümleler ediyorlar. Efendimiz (a.s.)
şakalaşmalarını duyuyor ve onlara dönerek “Vallahi bu iki ince bacağın Allah
katındaki ağırlığı şu gördüğünüz Uhud Dağı'nın ağırlığından daha fazladır” diye
hitap ediyor.
Abdullah b. Mes’ûd'un okuduğu ayet-i
kerimelerde de ifade edildiği gibi Allah'ın değer verdiklerine ne kadar değer
verirsek, O’nun katında o kadar değer buluruz. Biz, Allah'ın değer verdiği ve
insanlara emanet olarak gönderdiği Kur’an-ı Kerim'e ne kadar değer verirsek;
Allah katındaki değerimiz de doğru orantılı olarak o kadar yükselir.
Allah (c.c.), Rahman suresinde “İnsanı
yarattı. Beyanı (anlama ve anlatmayı) öğretti.” buyuruyor. Eğer yarattığı
insan, öğrettiği Kur'an'a muhatap olmuyorsa, kulak vermiyorsa Allah’ın katında
ne kıymeti olabilir!
Efendimiz (a.s.)'ın şikâyet edeceği kesim;
Kur’an-ı Kerim'i okumayan, anlama çabası göstermeyen; okuyup, anlayıp içindeki
hükümleri, prensipleri, mesajları hayatına tatbik etme gayreti göstermeyen
kimselerdir.
Bölük bölük insanlar hesap gününde
yargılanmak üzere çıkarken Hz Peygamber (a.s.) bir kısım insanları Rabb'ime
havale edecek ve diyecek ki :”Ey Rabb’im! Benim halkım(dan müslüman olduğunu
iddia eden bazı kimseler)bu Kur’an’ı (tozlu raflar içine hapsederek )terk
ettiler!”(Furkan,30)
Kimileri onu anlamak ve uygulamak niyeti
taşımaksızın okudu; ölülerin ruhlarına üfledi; kimileri onun yerine, başka
eserleri başucu kitabı hâline getirdi; kimileri onu, üzerinde çalışmalar
yapmaya yarayan bir malzemeden ibaret gördü; kimileri de onun bu çağda
geçerliliğini yitirmiş bir kitap olduğunu ileri sürerek hayatın dışına itti;
bunların yaptıklarından şikâyetçiyim yâ Rab! diyecek.
Abdullah b. Mes’ûd’un ince bacağının Allah katındaki,
mizandaki ağırlığının Uhud dağının ağırlığından fazla olması Abdullah'ın
Kur'an'a verdiği değerle, Efendimiz Muhammed Mustafa (a.s.)’a bağlılığıyla,
ibadet hayatı, helal ve harama dikkat eden yaşantısıyla doğru orantılıdır.
Cenab-ı Hak’tan niyazımız ve ümidimiz; hayatlarımızı Abdullah b. Mes’ûd (r.a.) ve sahabe-i kiramın hayatına benzetebilmeyi ve öylece yaşayabilmeyi nasip etmesidir.