Değerler eğitimi mi?
Değerler, öğretilebilir ve öğrenilebilen olgulardır. Değerler, sadece okunarak ya da dinlenerek öğrenilemez. Değerlerin kazanımı için belli bir tecrübeye, empatiye, modellemeye, problem çözmeye ve dahası yeni bir icata dönük etkinlikler hazırlanmalıdır.
Bu gün ülkemizde her şey
eğildiği-eğitildiği için değerler eğitimi de maalesef değerini yitiriyor. Bunun
sebebi UNESCO tarafından geliştirilen ve yıllarca okullarda okutulan-belletilen
bu değerlerin güncellenememesi ve tarihsel yolculukta bir kilometre taşına
dönüşmesidir. Bu değerler, bir nevi yolda kalan araçlar gibi hep öğrencilere
yük olmuşlardır. Bu nedenledir ki okullarda “Kök Değerler” adıyla yeni değerler
öğrencilere verilmeye çalışılıyor. Daha doğrusu öğrencilere
eğitilmesi-belletilmesi için öğretmenlere veriliyor.
Bu Kök değerlerin de arkaik
felsefesine baktığımızda daha önce UNESCO tarafından üretilen değerler eğitimi
ile paralel bir yapıya sahip olduğunu düşünüyorum. Bu düşüncemi şu açıdan
müşahhas bir tabloyla izah edebilirim.
UNESCO tarafından üretilen
değerlerin de “değerler eğitimi” Hintli bir düşünür tarafından kökleri Kelile
ve Dimne’den alınma eğitim modülüydü. Kimdi bu Hintli düşünür? Brahma Kumaris…
1995 yılında UNESCO, Kumaris’in düşüncelerini “Değerler Eğitimi” adlı bir proje
ile uluslararası bir statüye alınmıştır. Bu proje uzun yıllardan beri ülkemizde
eğitim kurumlarında uygulanmaktadır. Hintli düşünür Brahman’nın düşünceleri
Hint Edebiyatının kült eseri Kelile ve Dimne’ye dayanmaktadır. Yani Beyda
Milattan Önce birinci asırda yaşamış meşhur Hint yazarıdır. Bu yazarın
etkisinde İslamî dönem İran Edebiyatında Mantıkuttayr eseriyle meşhur olan Ferîdüddin
Attâr, yetişmiştir. Brahman’ın düşünceleri sadece Kelile ve Dimne ile değil
diğer eserleriyle de Attar’a geçmiştir. Sofi, hekim ve aynı zamanda eczacı olan
bu zatın etkisinde hepimizin yakından tanıdığı bir isim var: Mevlana Celaleddin
Rumî… Ve Attar’ın sonraki takipçileri: Ahmet Yesevî Divan-ı Hikmet’iyle onu
takip etti. Şair Nâbî de hikmet vadisinde ilerlerken Attar’ın eserleri onun yol
azığıydı. Heybesinde bu eserler bulunuyordu. Hatta bir seferinde Hayrabad
kitabı eleştirilmişti. Hayrabad kitabı Attar’ın İlâhinâme’sinden aşırmadır
denilmişti. Bu iddianın sahibi Şeyh Galip… Fakat Şeyh Galip de Hüsn ü Aşk’ını
yazarken Mesnevi’den çok alıntı(çalıntı) yapınca eleştirilmişti. Kendisi de o
zaman demişti ki;
“Esrârını Mesnevi''den
aldım/Çaldımsa da mîrî malı çaldım
Fehmetmeğe sen de himmet eyle/Ol
gevheri bul da sirkat eyle”
Bugün başta liselerde olmak üzere
“Milli Eğitim” müfredatında bütün derslerin içine serpiştirilmiş “Değerler
Eğitimi” programı vardır. Derslerde “adalet, fedakârlık, hoşgörü, sevgi,
nezaket, kadirşinaslık, azim vb.” gibi yirmi sekiz ana başlık altında değerler
eğitimi veriliyor.
Buraya kadar her şey güzel… Ama
değerler eğitiminin şimdiki eğitim modeli üzerinde bir değeri kaldı mı? Bu
soruya müspet bir cevap vermeyeceğim. Bizim öğrenci olduğumuz zamanlarda Kartal
İHL Türkiye birincisi çıkarıyordu. Sonraki zamanlarda farklı liseler. Hele bu
liselerden birinden Türkiye birinci olan bir öğrencinin açıklaması faciaydı.
İyi ki kitap okumadan Türkiye birinci olmuşum, demişti. O zamanlar merhum yazar
dostumuz Asım Gültekin tepki göstermiş, bunun sonucunda birinci olan öğrenci
ifadesinin yanlış olduğunu, birilerinin gazına gelerek bu sözü söylediğini,
aslında kitap okuyarak birinci olduğunu itiraf etmişti.
Şimdi öyle bir noktaya gelindi ki. Değerler
eğitimi, geleneğin kopuk olduğu bir toplumda ilerleyemez. Şöyle bir örnekle
açıklayalım. Bugün Göbeklitepe diye bir ören yerimiz var. Bu ören yerinde
dikili taşlar buranın sembolü durumundaydı. Kültür bakanlığı buranın
işletmesini Doğuş grubuna verince bu firmanın sanat tasarımcıları kendilerince
yeni bir konsept geliştirdi. Kalkıp Göbeklitepe’nin üstüne bir çadır-branda
geçirdiler. Aslında bu çadır-branda, burayı ziyaret edenler için güneşten
korunmak için yapılmıştı. Yani gölgelik… Gün geldi, uluslararası ajanslarda ve
medya kuruluşlarında Göbeklitepe’nin sembolü olarak dikilitaş değil de çadır
branda fotoğrafları yer aldı. Yani araç amacın yerini aldı.
Bunu eğitim modeline uygularsak
klasik zamanlarda yanlış eğitimler araz ile cevherin yer değiştirilmesiyle
anlatılır. Araz, “gelip geçici şey,
ilişen, tabiî olmayıp sonradan gelen” demektir. Cevher ise “öz, asıl,
yaratılış, kıymetli taş” demek olup arazın zıddıdır. Yani gelip geçici olan şey
çadır, dikilitaşın yerini almıştır.
Geçtiğimiz günlerde bir öğretmen,
sosyal medyada bir yazılı sorusunu ve bu soruya verilen cevapları paylaşmıştı.
Soru şöyleydi. Peygamber efendimiz zamanında yaşasaydınız ve İslam dini size
tebliğ edilseydi Müslüman olur muydunuz? Bu soruya verilen cevaplar, bugünkü
yazıma ilham olmuştu. Değerler eğitiminin güncelliğini ne kadar yitirdiğinin
somut bir örneği olarak İnşallah gelecek yazımızda bu konuya devam ederiz.