Değer vermek
Değer vermek, değerini bilmekle ilgilidir. Değerini bilmediğiniz şeye değer veremezsiniz. Kurbağa çiçekten ne anlar? Ateş suyu nasıl sevsin? Mağara ışığa ne desin? Cahil bilgiyi sevebilir mi? Merhamet katı yürekten içeri girebilir mi? Öte taraftan, çiçek orada, kurbağanın yanında ve koklanmayı bekliyor; su, ateşin içinde ve ışık mağaranın yüzeyine dokunup duruyor. Bilgi okyanusunun dalgaları cahili zerre ıslatmıyor, merhamet zalimin yanına santim yaklaşmıyor.
Neye sahip olduğunuz değil sahip olduklarınıza ne kadar değer verdiğiniz önemlidir. Mülkiyet, görülmeyi ister; sevgi, sevilmeyi... Değer bilmemek zihnin ve bedenin körlüğüdür bir anlamda. Gözü kapalı olmak ile doğuştan görmemek bir yerde buluşur nasılsa. Her ikisi de işlevini yerine getirememiştir çünkü. Harika bir manzaranın tam ortasında, gözleri kapalı bir insan ile kitap dolu bir odada tek bir satır okumadan oturan bir insanın acziyeti birbirine ne kadar benzer. Güzellikler gibi acziyetler de bir yerde birleşir: Mahrumiyet. Değer bilmemenin kaçınılmaz sonucudur mahrumiyet ve tek çaresi, tek panzehiri vardır: Değer vermek.
Tuhaf biçimde hayat, sahip olduklarını değerlendirmekten ziyade yeni sahip oluşlar peşinde koşmaya ayarlanmış gibi. Oysa sahip olduklarını değerlendirmek, onun kıymetini bilmek fıtrata çok daha uygun, çok daha kolaydır. İster doğuştan verilmiş olsun ister sonradan elde edilmiş, insanın içindeki kibir elindekilerin kıymetini bilmeyi gölgeliyor. Sanki kıymet bilmek, ihtiyacı olmaktan kaynaklanıyormuş gibi çoğu zaman değer vermek yerine görmezden geliyoruz. Belki biraz da bu yüzden, birçok insan, sahip olduklarının farkında olmadan yaşayıp ölüyor. Farkında olup kullanamayanlar, elindekileri çarçur edenler de var elbet ve bunlar da öncekilerden bahtlı sayılmaz. Bazen elindekileri yitirmek, elinde olmayanı görememekten daha fazla keder verir. Sahip olmadığına bakan göz ile bir zamanlar sahip olunan ama şimdi yitirilmiş olana bakan göz arasında bir derece farkı vardır elbette. Yoksul ile mirasyedi arasındaki fark burada ortaya çıkıyor. Yoksul, özlemle bakar kendinde olmayana, har vurup harman savurmuş bir daha sahip olmama umutsuzluğuyla. Ulaşma ihtimali bulunmasa bile geleceğe bakan göz ışık vaat eder, bir ihtimal bulunsa bile umutsuzluk karanlığa baktırır. Değer veren, değer verdiği şey ile arasındaki mesafeyi tamamen ortadan kaldırdığı için özlemi şimdiye taşımış, ışığın bizatihi kendisi olmuştur. Değer verilenin bütün dikkati değer verene yönelir çünkü. Değer verilmeye başladığını hissettiği andan itibaren kendini bakan göze açar, varoluş potansiyelini harekete geçirir, olduğundan çok daha muhteşem bir aurayla değer verenin gözeneklerinden içeri girer. Bir insan, bir ‘değer’, bir hayvan, bir bitki, hatta bir nesne, hiç fark etmez, değer verildiğini gördükleri anda bir büyü kuşanır, parlamaya başlar bütün bunlar. Üstelik ışığını tek başına, sadece değer verene yöneltirler. Bir ortamda, sayısız göz baktığı halde bazı şeylerin, sadece ona sevgiyle bakana olduğundan güzel görünmesinin, kendini sadece değerini bilene açmasının yegane sebebi budur.
İnsan için en büyük mülkiyet doğuştan sahip oldukları, Yaratıcı’sının kendine verdiği bedeni, aklı ve ruhudur. Öncelikle onları korumalıdır. Onları korumanın yolu ise onların içine doğduğu dünyayı, onun nimetlerini, o nimetler ile aklın sentezinden ortaya çıkmış kültür ve medeniyet değerlerini korumaktır. Beden sağlığını korumak da ruh ve zihin sağlığını korumak da değer vermeye dairdir. Kendini sevmek kendini bilmekten, kendini bilmek kendini korumaktan geçer. Sağlıklı bedenine bakan göz de sağlıklı iç dünyasına bakan vicdan da aynada kendini güzel görür. Bedenini ve ruhunu ona zarar verecek olanlardan korumak, kendi değerini bilmektir. Ve elbette, bir şekilde seninle temas kurmuş, sana dokunmuş, görüş alanına girerek seni zenginleştirmiş insanları koruyup gözetmek de kendine verdiğin değerle ilgilidir. Kendine değer veren, kendini zenginleştirenlere de değer verir. Tene değer vermek, suyu ihmalle olur mu? Göze değer vermek onu ışığa kapatmakla mümkün müdür? Akciğere değer veren oksijene düşman olur mu? Düşünceye değer veren kitaptan nefret eder mi? İnsana değer veren insanı incitebilir mi? Değer vermek, değer verişin gereklerini yerine getirmekle ilgilidir biraz da…
Değer vermek sadece bireysel bir tutum değildir. Kültürler, medeniyetler, devletler de değerle belli bir ilişki kurar. Büyük geleneklere sahip olduğu halde ona gözlerini kapattığı için kimlikten yoksun yaşayan ne kadar kültür var dünyamızda? Sayısız kültürü sentezlemiş medeniyetleri temellük ettiği halde onu görmekten aciz, ‘tüketim’ ve ‘yok etme’ medeniyetinin cenderesinde savrulup giden ne büyük insan toplulukları var? Dünyayı besleyecek kaynaklara sahip olduğu halde değer bilmezliğinden dolayı kendini geçindirmekten aciz, halkı başkalarına muhtaç devletlerden de bahsedebiliriz, doğal kaynakları bulunmadığı halde mülkiyetin kıymetini bilip çok daha refah içinde yaşayanlardan da… Sahip olduğu maddi ve manevi değerlerini gözü gibi koruyan devletler bugünden geleceğe taşıyacaktır varlıklarını. Yer üstü ve yer altı kıymetlerini son raddesine kadar işleyip değerlendirerek maddi geleceğini; tevarüs ettiği değerleri temellüklendirip mütefekkirleri maharetiyle manevi ve kültürel geleceğini teminat altına alma beceresi gösteren devletler söz sahibi olacak istikbalde.
İnsanlar için de toplumlar ve devletler için de değer vermek dışındaki bütün zenginlikler yanıltıcıdır. Değer vermek, içeriye ait bir yargıyı barındırdığı için en sahici kıymetlendirmedir. Kendine sahiden değer veren insan fıtri ve kesbi kıymetlerini koruyarak, kendine sahiden değer veren bir toplum ve devlet ise tevarüs ve temellük ettiklerine sahip çıkarak varlığını korur, gerçekleştirme imkanlarına sahip olur. Değer veriyormuş gibi görünmek ise değer vermemek şöyle dursun, değer katlinin en haşin, en kaba halidir. Değer vermenin başlangıç ilkesi dürüstlüktür çünkü. Ve dürüstlük yoksa geriye hiçbir şey kalmaz, insandan, insanlıktan.