Debelenme siyaseti
Kıştan bahara geçilmesiyle birlikte yaşanan hava değişimleri toplumun da
havasını değiştirdi.
Hava değişimlerinin getirdiği hastalıktan kırılan narin bedenleri saymazsak
iki yıldır süren zorlu pandemi sürecinin gayrı resmi bir
şekilde son bulduğu gerçeği halet-i ruhiyemize yansıdı.
Maskeyi, mesafeyi ayarlama zorunluluğunun getirdiği o otonom
sosyalleşme hâlini hemencecik üzerimizden atasımız varmış ki el
sıkışmaları bile çarçabuk normalleştirdik.
Yaşananlar gösteriyor ki insanlık ne çok mutluluğu ne de çok üzüntüyü
kaldıramıyor.
Bıldırcın etinden bıkanların soğan araması gibi pandemikabusundan
bıkanların evlerinden çıkarak baharı kucakladığı bir dünya karşıladı ruhları...
Pencerenin dışarısındaki hastalıksız ve yeşil yaşamı iki yıldır
buzdolabında sakladığımız o insan olmanın getirdiği sosyal
rekabet ile hemen karartma çabalarına giriverdik.
İçişlerinde sağlanan güçlü güvenlik ortamının getirdiği
konfor alanı ile terör örgütlerinin bombalama yaptığı
o acı günleri çok şükür ki çabucak unuttuk.
Unuttuk unutmasına da TÜGVA binasına yapılan bombalı
saldırıyı görmezden gelecek kadar unutmuş olmamalıydık.
Çünkü aynı olay TÜGVA dışındaki herhangi bir yerde
gerçekleşse toplumun dört bir yanında günlerce süren tepkileri konuşuyor
olurduk.
İsimleri yıpranan kişi ve kurumların insani meseleler karşısında nasıl da
kolayca unutulduğunu görmek gerekiyor.
Düne kadar "türban" denilerek aynı vurdum duymazlık üzerinden birçok insana ardı ardına zulüm
gelmemiş miydi sanki!
İşte bu tepkisizlik tehlikeli bir dalganın işareti aslında...
Alametleri iyi okumak gerekiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AK Parti’nin TBMM Grup
toplantısında yaptığı konuşmaya baktığınız zaman HDP’nin adını
zikrederek keskin çizgilerle terör yapılanması içinde bulunduğu mesajları
vermesi bu zamana kadar ortaya koyduğu genel tutumun çok ötesinde...
Üstelik bir de gösterilen kısa videoda savunma sanayisine vurgu
yapılması ve bir de İYİ Parti’den istifa ettikten sonra bir süre
bağımsız milletvekili olduktan sonra AK Parti’ye katılarak kariyerini sürdürmek
isteyen İsmail Ok’un katılım gerekçelerinde aynı dili kullanması tesadüf
olmamalı.
Zaten hiçbir zaman hiçbir şey tesadüf değil.
Neden sonuç ilişkisi kuramayanların cevabıdır tesadüf...
Aynı;
Sosyolojik dokuyu anlayamayanların getirdiği teessüf gibi...
Neyse...
Siyaset, baharın gelişi gibi canlı olmak yerine görünen aksine daha durağan
bir hâlde şu aralar...
Birçok gelişme olsa da o bilindik koltuk kavgasından başka bir
şey şu ana kadar kara kutu ile evlerimize girmiş değil.
Sorunları aşacak çözüm önerilerini duyamayan vatandaşın markette yaşadığı
gerçekliği görmezden gelme hâli siyasetçilerin ortak derdi olmuş sanki...
"Vatandaş bir ekmeğe muhtaç!" jargonu ile ülkenin
süper gücünden gururlanan bir nitelikten başka bir kap yemeği vatandaşın
ruh sofrasına koyan yok!
Yaşananlarda görüldüğü gibi; zor olanın, sorun olmadığı herkesin
malumu!
İradeyi külliyenin tecellisine kadar beklemeye niyetlenen vatandaş, beşeriyetin
getirdiği fatura, kapatma ve kandil gündemi ile meşgul edilmesinin biteceği
günü sayıyor.
Partiler içindeki güç dengeleri önceki dönem siyasetinin normali olmuşken
şimdi bir de yeni dönemin normali olarak ittifak içindeki denge arayışları
tabloyu iyice içinden çıkılmaz hâle soktu.
Ayrılmak isteyen yapışık ikiz gibi; ayrı bedenlere sahip olmak isteyen ama
günün sonunda aynı kaptan yemek yemezse öleceğini fark eden bir siyaset her
akşam ekranlardan gelip geçiyor.
Görüşmeler, toplantılar ile siyasilerin getirmeye çalıştığı tüm havaya
rağmen vatandaş sahadaki gerçekliğine çözüm arıyor.
Siyasetçilerin uygulanabilir planları devreye alması için hâlâ çok geç
değil.
Zira bu yazdan sonra geri dönüşü mümkün olmayan; eylemden uzak, vaade
dayalı bir seçim dönemine gireceğiz.
Güveni tesis etmek için sayılı 5 ay var.
Tik tok... Saat işliyor...