Dayanışma krizi
Batı
dışı toplumlar batılıların modernleşme süreci devam ettikçe Batılı toplumların
yaşadıklarını bir müddet sonra tecrübe etmeye başlıyorlar. Kültürel gecikme
şeklinde ifadelendirilen bu durum, batı dışı toplumlar için geleceğe
projeksiyon geliştirmeyi de imkan dahiline sokmaktadır. Nitekim İslam
toplumlarında 1970’li yılların Amerikan ve Batı filmleri yaşanmaktadır.
İçinde
yaşadığımız toplumda birkaç gelişmenin üzerinde önem durmalıyız. Bunlardan
ilki, modernleşme ile birlikte yol alan bireyselleşme postmodern durumda
öznelliklerin yükselişine şahit olmaktadır. Bu durum açıkçası birbirinden
yalıtık insanları çoğalttığı gibi, yalnızlaşmayı artırmaktadır. Yalnızlık
insanların içten içe giderek mustarip olduğu temel bir problemdir. İşin ironik
yanı ise, bu kadar kalabalığın bir arada olduğu bir yaşamda derdinizi
paylaşacak, içinizi dökecek insanları bulamıyorsunuz. Derdinizi ancak
profesyonel dinleyicilere (psikologlara) anlatabiliyorsunuz. Fakat onlar
derdinizi paylaşmıyorlar.
İkinci
önemli gelişme, Türkiye toplumunun büyük oranda şehirlerde yaşıyor olmasıdır.
Metropoller ağzına kadar dolmuştur. Fakat eski sosyal ağlar çöktüğü için
kalabalıklar arasında yalnız yaşamaya devam edersiniz. Apartmanda ya da sitede
komşular birbirini tanımadığı gibi hasbelkader karşılaştıklarında selam vermek
bile artık lüks olmaya başladı. Üçüncüsü, her şeyin mekanik bir sistem haline
dönüşmesi sonucu artık gündelik hayat daha da soğumaya başlamış ve makinelerden
otomatik kayıtlar insanların muhatabı haline gelmiştir.
Sosyolojinin
ortaya çıkışının erken zamanlarında başat tartışma konularının başında
bireyselleşme ve dayanışma gelmektedir. Meselâ; Durkheim sosyolojisinin
neredeyse din-birey ve toplum üçgeninde temel probleminin dayanışma olduğunu
söylesek yanlış olmaz. Durkheim Aydınlanma, sanayileşme gibi modernliği giderek
kurumsallaştıran uğrak noktalarının “birey”i kuvvetli bir şekilde öne
çıkardığını görmüştü. Eşzamanlı olarak “din”in eski konumunu kaybetmesi ile
birlikte toplumsal bütünleşmenin nasıl sağlanacğı Durkheim’ın üzerinde durduğu
asıl soru oldu.
Durkheim
ve Ondan önce Saint Simon birey kavramını toplumsal istikrarı bozan bir gelişme
olarak gördüler. Hatta bireyselleşme toplumda karmaşayı artıran bir faktör
olarak görülmüştür. Söz gelimi; O, intiharları incelerken de “anomi” yani
kuralsızlık, normsuzluk meselesi üzerinde durmuştur. Neticede kendisi bir
agnostik ya da ateist olmasına rağmen dinin toplumsal uyumu ve bütünleşmeyi
sağlamada, anominin giderilmesinde işlevsel olduğunu ortaya koymaya
çalışmıştır.
Bugün geldiğimiz noktada yavaş yavaş farkına
varılan iki önemli sorun, gelecek zamanların başat problemleri olacak
görünmektedir. Bunlardan ilki, giderek artan yalnızlaşmadır. Evlilik yaşının
yükselmesi, yalnız yaşama isteklerinin ve hatta giderek mecburiyetlerinin
artması, boşanmaların artması, özgürlük talep ve arayışları yalnız yaşama
oranlarını artırmaktadır. Bu da hayatla başa çıkabilmeyi zorlaştıran bir unsur
olmaktadır.
İkincisi
de, toplumda giderek öznelliklerin yükselişi ile birlikte bencilliklerin de
artmasıdır. Bir kere ebeveynler yeni dönemde çocuklarına özgüven vermek üzere
hareket ederken bunun dozajı açıkçası biraz kaçmakta ve bencillik boy
verecekmiş gibi görünmektedir. Halbuki toplumların devamı özgeci ve diğergam
davranışların artması ,le mümkün olacaktır.
Bundan
kırk yıl önce, büyükşehirlerde bile dayanışmadan bahsetmek olası iken, şu anda
temel bir sorun olarak geleceğe doğru ağırlaşacakmış gibi durmaktadır. Herkes
bir başkasından yeterli ilgiyi görmediği, beklentilerinin yerine gelmediğini
açık ve örtük şekilde şikayet etmektedir. Fakat gerekli saygı, nezaket ve
ilgiyi göstermemektedir. Açıkçası yeniden sosyal ağlar inşa edilmedikçe sorun
ağırlaşacaktır.