Davul/ Turkische Trommel
Yazının önsözü: Bu yazı; tarihimizin en eski musiki aletine karşı yazışmış bir yazı değildir. Aksine onu doğru zamanlar ve zeminlerde kullanmaya ve böylelikle ona duyulan sevgi ve saygının zedelenmemesine yönelik yazılmıştır.
Yazı: Tabuş, tavul, tavıl, hatta köbürge ve en nihayet davul demiş insan ona. Batı dillerine Endülüs üzerinden atabal (et-tabl) olarak geçmiş. Sonraları Osmanlılar aracılığıyla tabor, tambor/ tambour adıyla anılmış. Deften sonra icad edilmiş. Özellikle ilan ve haberleşmede kullanılmış.. Dünyada Türk adıyla anılan, Türk ordu mızıkasının baş sazı. Sümer kabartmalarında dahi izlerine rastlanıyor. Vurmalı saz. Fakat işte Ramazan davulu olduğunda, gecenin bir yarısı kırmalı, dökmeli saz gibi algılanabiliyor. Henüz uyanık bir insan da olsanız, sessizliğin orta yerinde kullanılması gereken en son saz davuldur, cümlesini kurabiliriz. Kurduk ve başımıza tokmak inmedi, şükür. Zira gece; zaman dahi uyur. En azından uyuklar. Yorulduğu ve uzandığı bir vakitte hayatın kafasına tokmak indirmek te neyin nesi?! Demezden önce, tarihte davulun önceleri elle çalınıyor olduğunu, tokmağın sonraları icat edildiğini hatırlıyoruz.
Kimi icatların sonunun nereye varacağını bilemiyor işte insan. Oğlu... İcada ve geleneğe saygının; insana, şimdi'ye ve geleceğe duyulması gereken özenle denk düşürülmesi, kavuşturulması gerekiyor.
Belki elleri acıdı eski davulcuların. Tokmak çok iyi geldi. İlk tokmak kim bilir ne çok sevildi. Tabii ki çok pahalıymış/tır. Mucidinin alnından öpülmüş olmalıdır. Fakat şimdi, özellikle Ramazan gecelerinde beyni acıyor insanların. Kulak kepçeleri içine kapanıyor. Aşırı dalgalı bir sesin istilasına karşı savunma gibi. Kulağın yolu solluyor. Zari zari ağlıyor zar. Çekiçtir, örstür, üzengidir... Duymak istemediğine ta içeriden setçe kapanabilen kapıları olduğunu bildiğimiz bu kulaklar, bu sese hayır diyemiyor.
Şimdi bu bir gelenek. Ramazan'a ve sahura ait bir folklor. Ertesi gün ibadete güçlü başlayabilmek için tavsiye edilen gece kahvaltısına herkesi uyandırma ve "Aman, kahvaltısız oruç tutup ibadeti zora koşmayın, açlığınız kolayca aksın gitsin, gönlünüz tokken..." der gibi bir mesajı da var. Fakat bütün gün vurmalı bir hayat var zaten şehirlerde. Hiç susmayan bir koşturmacanın icat ettiği ve kulakdan öte beyinleri hedef almış envay i çeşit yapay "saz" var. Sadece teknolojik icatlarımızdan yükselen "ezmeli saz"ları düşünsek dahi yeter. Sonra trafik var; "kızmalı saz". Gündüzün bu işkenceli orkestrasını susturabilme imkanımız yok gibi. Ki gece davula kızmayalım. İş bu sebeple bu davul hakkında yeniden bir düşünülse, diyenimiz çok. Fakat gelenektir, folklördür, ondan sebep ekmek yiyenimiz vardır diyerek, pek çok itiraza rağmen bütün hızıyla devam da ettiriliyor.
E n'apalım?
Yok mu bunun bir çaresiiii?
Katlanılacak gibi değil sesiii
Sorgulanmazsa öldürür insanıııı
Geleneğin, folklorün böylesiiii
(bestesi malum ve siz de lütfen bestesine uygun okuyunuz)
Telefon açıp sordum seksenlik bir ihtiyara. "Davul kalksa, yerine ne konsa dersin?" "İnsanlara daha önce bilgi verilerek, sala tarzı bir şey düşünülebilir." dedi. "Pekala herkesin telefonu var, bin bir çeşit seçeneğiyle alarmı var, herkes kendisi kalksa olmaz mı?" dedim. "Oluur..." dedi. Hiç dönüp: "Neler oluyor? Sen geleneklere karşı mısın? Nereye varmak istiyorsun? Oruç tutmuyor musun?" Filan demedi. Seksenlikti. Hızır kafalı. Düşünen ve üreten bir genç eskisi...