Dolar (USD)
35.19
Euro (EUR)
36.83
Gram Altın
2969.16
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
30 Mart 2020

Davetsiz misafirin düşündürdükleri

Güncel yazılar kaleme almayı sevemedim hiç. Zaman geçer, iklim değişir ve o yazı, ziyaretine bir daha gidilmeyecek olan bir arkadaş gibi kalır orada. Bazen de öyle döner ki devran, insanı söylediklerinden dolayı mahcup eden bir hâl alır kelimelerin taşıdığı anlam… Fakat biz ne kadar özlenen güzelliklerden bahsetmek istersek isteyelim gün gelir, âna hükmeden hadiselerin arasında cılız bir güz yaprağına benzeyiverir ellerimiz… İstese de uzaklaşamaz… İstesek de bir başka tarafa çeviremeyiz başımızı.

Dünyanın bir yerlerini gezerken yurdumuza da sızmayı başaran o kötü huylu misafirin karşısında şaşkın, endişeli ve mahzunuz. Haftanın sakin bir vaktinde ziyaretine gittiğimiz türbeler… Yürüyüşlerimizin yorgun bir deminde ansızın gelen ve göklere yükselen ezan sesiyle, kendimizi aşina birkaç yüzün yanında bulduğumuz camiler… Hafta sonlarının ömür tesellileri; kalabalık aile meclisleri… Kahve molaları, dost çehrelerde dindirilen gönül yorgunlukları… Sesinde ilim sofrası taşıyan sevgili hocalarımız; tahtalarımız, sıralarımız, arkadaşlarımız… Geçtiğimiz yollar, ıslandığımız yağmurlar, kuş cıvıltıları, soğuk taşlar arasında sıkışan tabiatın hâlen samimi kalmayı başaran kucağı… Meğer bu kalabalık akışta ne çok durağımız varmış şiire benzeyen. Meğer her durağın yanında bir hayat yazılıymış. İşte burası, kalbimizin daima çocuk kalan hasret tarafı. Oysa derin bir umutsuzluğun gecesine düşmemek için bir hikmet arayışına girme mecburiyeti hâsıl oluyor. Üstelik “üç aylar” gibi önemli bir zamanda görülmemesi mümkün olmayan ilahi bir mesaj da varken ortada. Bu mesajın varlığını reddetmek ve sürecin Hakka yakınlık sırrına bir nebze vâkıf olamamak ahmaklık yahut art niyet alametidir.

Din, ırk, kültür, konum ve durum ayrımı yapmaksızın insanların arasındaki mesafeleri bir çırpıda kaldıran bu misafir, kâinatı neye hazırlıyor olabilir? Hâlen sahip olduklarımızı fark etmekle hasretini çektiklerimiz arasındaki uzaklık, idrak çıtamızın çok mu üzerinde? Bize emanet olarak verilen bu hayatın kontrolü tamamıyla bizim ellerimizde mi? Dışarının tesiriyle ihmâl ettiğimiz iç dünyamıza ulaşabildik mi yoksa ulaşmanın daha uzun bir zaman talep ettiğini mi fark ettik? Neyi unuttuğumuzu hatırladık mı?

Böyle acımasız bir salgının etkisiyle birbirine kenetlenmesi gereken insanların madde planında kalan ve ötekileştiren basit saldırıları, sabit fikirleri, paslanmış duygu ve yaklaşımları, dünyanın dar geçitlerinde sıkışıp kalan ancak rahatsızlık veren çığlıkları, bedenlere musallat olan virüsün yanında ruhlara yapışıp kapan virüsün ne kadar dermansız olduğunu ortaya koymakta. Bizi hanelerimize çeken ve iç âlemimizle karşı karşıya kalmamızı öğütleyen bu sürecin imtihanını kırılsak da kızarak mı vermeliyiz diye düşünüyorum. Zamanımızdan, kelimelerimizden, şuur ve idrakimizden çalabilmek için orada bekleyen, bu yolla beslenen bu çaresiz kalabalıkla meşgul olacaksak kendimize nasıl vakit ayıracağız?

Bütün bunların yanında birbirine hakkı ve sabrı tavsiye eden, karşısındakine verdiği telkinle kendini de diri tutan güzel bir topluluk var ve zannederim uzak bir yerleri adımlamayı özlediğimizde karşılaştığımız rengârenk kitap paylaşımları, anlamlı hatırlatışlar, iyilik müjdeleyen samimi yaklaşımlar bu zorunlu çekilmenin en latif detaylarından… Kendine kalmayacak bir dünyanın kavgasını verirken diğeri ile uğraşan, diğeri ile uğraşmaktan kendini ileri taşımayı unutan o topluluğun yanında hâlen sahip olabildiğimiz bu paylaşma sanatı, bana Sadık Yalsızuçanlar hocamızın “Benlikten Hiçliğe” adlı kitabında birkaç gün önce karşılaştığım güzel bir noktayı tercüme ediyor:

“Bir şehrin inşâsı ile, insanın gönlünün imarı metafiziksel ilke itibariyle birbirine benzer. Gönül yapmak, şehir kurmak gibidir. Bu yüzden şehirler, içimizin yansımasıdır. İçte bir kaos varsa, bu, mutlaka dışa yansıyacaktır. İçteki düzen de, mutlaka dış dünyaya aksedecektir. Şehir aynı zamanda üretimin ve ticaretin de mekânıdır. (s. 59-60)

“Kutsal Kitab’ımız -en çok sevdiğinizden infak etmedikçe gerçekten iman etmiş olmazsınız.- buyurur. Sadakaların en değerlisi ise, insanın bizatihi kendini tasadduk etmesidir. Ülkesi, milleti ve insanlık için üreten insan, kendini Hakka adamıştır. Halka adanmak, Hakka adanmaktır. Bir bilgemizin dediği gibi “Hak’tan ayan bir nesne yok, gözsüzlere pinhân imiş…” (s. 57-58)

Samimi bir kalbin mürekkebiyle yazılan anlamlı bir cümle, bir şiir, bir dua, bir hâl güzelliğinin lisana yansımaları, insanı emanet gören bir inceliğin dünyadaki adımları…

Selam ile.