Dava sizden davacı
Kimi insanlar davasına o kadar düşkündür ki, dava için oradan oraya koşturmaktan, ne evine, ne barkına, ne şahsi işlerine, hatta bazen veya çoğu zaman kişisel görevlerine veya işte mesela evine gelen misafirine dahi zaman ayıramayacak kadarr... O da sorun mu? Ofis, kafe restoran derken alternatif bolluğu olan bir dönemdeyiz. Alternatiflerin kader olduğu, asıl yaşamın, seçeneklerin tozlandığı bir dönemdeyiz....
O davasına adanmış oldugundan onun ilk,
basit, gaile, angarya denilebilecek
sorumluluk alanı asistan, hizmetçi, yardımcılar eliyle halledilmelidir artık.
Ne münasebettir! Basit işler geride, çok gericilikte kalmıştır. Davayı yaşamak
değil, savunmak amaçlaşmıştır. Yaşam tarzı amaçlaştırıldığında yaşamak kocaman,
kutsal bir tabuta konulur. Yâşanmaz o. Dokunulmaz. Sadece omuzlarda taşınır.
Ömürler bir mezarlık güzergahındaymış gibi yürünür.
Ve savaş tüm hızıyla devam etmektedir.
Davayı savunmak, davayı yaşamaya izin vermez ... Dava insanmız da işte o
"bazı zamanlar"ın oğlu veya kızıdır. Sanırsınız bu dava, yani işte
anladınız idealist, aktivist kimi insanların - sağ, sol, gol her neyse- tutturduğu dava yaşamak için değildir ki
zaten. Sadece savunmak içindir. Pek ve
bittabi böyledir. Bir sahne temsil
senaryosudur. Uzun süren bir müsamere, büyümüş da adam olmuş bir gösteri, hatta
kurgusu kaderleşmişbir filmdir. Sahneden, ekranlardan inmeye asla vakit yoktur.
Sahneden inildiğinde mesela eger Müslümansa namaz vardır ki namaz ama hakikaten
çok vakit almaktadır. Veya başka bir dava-cı ise aile olmak, bağlanmak, ha
hatırladım şimdi bak; bir insanı hakkıyla sevmek vardır mesela. Hazır annesini,
babasını, kendi yaşlısını. Çocuğunu, varsa.... Sevmek ve sevdiğinden sorumlu
olmak. Onunla insan olarak ilgilenmek. Hangi şey varsa hayatında bir ödül
olarak, o ödül için emek emek bedel ödemek... Zahmet etmek vardır sahneden
inildiğinde... O yüzden sahneden inilmez hiç!
Ufuk kutsal, uzaklar önemli, çok önemlidir.
Yakın yoktur. Başkaya adanmış zatı kendi adına, en yakınları adına ölüdür.
Yakınları küçük, çok öznel bir dünyada
kalmıştır. O ise uzamları karışlamaktadır.
Çok yoğundur dava insanı...
Dokunulmamalıdır ona. O ne vakit isterse size dokunur ey yakınları... Beklemede
olun. Siz iradenizi işlevsizliğe alın ve bekleyin. Sözünüzü sessize alın ve
yine bekleyin. Ya da beklemeyin hiç bir şeyi. Dava insanının yakını olmanın
bedeli bu işte...Makamından size dusen payeyi, konumsuzluğunuzu kutsayınız.
Fakat daima savunulmalıdır dinler,
ideolojiler! Görmüyor musunuz; savunulmasa bu dünyadan yokolup gidecekler. Düşmanlar velinimet! Her söz aleyhte. Her ses
ona, buna, şuna karşı! Herkes pusuda! Bu yüzden hep savunmada kalınmalıdır ki;
ilkeleri tek tek yaşamak zorunda kalınmasın. Sahici ilkeleri, hayati ilkeleri
yaşanamayarak ölsün. Ki daimi savunmak; aslında bir yerde soğuk savaş
şartlarını ısıtıp ısıtıp getirmek, davayı bizzat yaşamamak için mazeret
göstermek; bizzat öldürmektir.
Dava beylerimiz ve dava hanımlarımız! İşte
onlar asıl katiller olabilirler.
Kimlerse onlar...
Şu serhadden, cepheden, siperden,
barikattan, biraz çekilip sahaya, yaşama inseler de boylarını boslarını,
huylarını filan görsek mesela bu kahramanların. Mesela kalbin merkezine
aldırılmış annelerine olan tutumlarını. Mesela onlara sevdalı kadınlarına olan
tutumlarını. Mesela o dava ehli ya da anarşist, eylemci, aktivist, sokakçı,
slogan dilli kadınların adamlarına olan söz ve davranışlarını... Ev dediğin
küçük evrenin, basit bile olsa işi gücü ve aslında en organik telaşındaki yan
çizmelerini, ihmallerini, kavgalarını. .. Birbirlerine olan ilgisiz ve
emeksizliklerini. Yozluklarını...
Sahneden indikleri andaki
sahnekarlıklarını.