Dolar (USD)
35.15
Euro (EUR)
36.73
Gram Altın
2964.17
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
17 Ağustos 2019

Darbeler ve Nesiller-9

Ama galiba doğrudan FETÖ’cü, sempatizan yahut onunla yolu bir şekilde yolu kesişmiş insanların hepsi birden söz konusu edildiğinde bu oran yüzde ellinin üzerindedir. O dönem, imkanlarını zorlayarak devlet içinde kurduğu geniş ağ ve paralel yapılarla kendi elemanlarına asansör hızıyla hiyerarşi atlatırken belki de hiçbir cemaat yahut çevreyle ilgisi olmayan pırıl pırıl, zeki, idealist insanları da insanlık dışı-ahlak dışı yöntemlerle tasfiye ediyor, attığı iftiralarla sokağa çıkamaz hale getiriyordu. Şimdi, varılan noktada, düşünün ki imparatorluk bakiyesi bir devletin yetişmiş insan sayısının yarısı tasfiye edilmiş. Bedenin organlarının yarısı atılmış, geriye kalanlar da öyle ya da böyle hasar görmüş? Enfeksiyona bu kadar açık bir vücuda hangi mikrop sızmayı düşünmez ki? 2019 Türkiye’sinde durum ne yazık ki budur ve hiç de iç açıcı değil…

Peki ne yapmalı, bütün bu karmaşadan nasıl çıkmalı? Başlangıçtaki ilkelere dönerek, öze dönerek başlanabilir mesela. Adalet, liyakat ve hakkaniyet ölçülerinin yeniden tesisi ciddi bir çıkış yolu olabilir. Darbeyi besleyen zemin ortadan kalktığında darbenin kendisi çıplaklaşır. Farklı zamanlarda ve bütün coğrafyalarda darbelerin beslendiği yer tam da yukarıdan aşağıya toplumun bedenini sarmış olan sosyolojik hastalıklar ve toplumun bu hastalıklara yönelik algısından dolayı devlet ile millet arasında meydana gelen güvensizlik ortamıdır. Adalet, liyakat ve hakkaniyetin olduğu, hiyerarşinin tek ölçüsünün nitelik addedildiği bünyeye darbeler yol bulup sızsa bile kendine lojistik temin edip kuluçkaya yatma imkanı ortadan kalkmaz mı? Darbeler, devletlerin içine toplumsal hastalık gözeneklerinden sızar, dokuları iyileştirip onardığınızda kötülüğün de içeri sızmasını kendiliğinden engellemiş, kötülük ile bünye arasındaki akışkanlığı da ortadan kaldırmış olursunuz. Ahlaksızca yöntemler kullanmış olsa bile ahlaksızlıkla mücadele FETÖ’yle mücadeleden daha önemsiz değildir. Hastalık aynı kaldığı sürece, ona saldıran mikropların sayısı, türü değişmiş, ne fark eder?..

Darbeler yoluyla ülkeyi işgal girişimi projesinin bir başka yolu, sıcak çatışmaya girmeden nesilleri özlerinden uzaklaştırmak suretiyle güncel yaşamlarını dönüştürerek yok etmektir. Bu, zaten hiç kesintiye uğramadan devam eden sessiz ama en etkili darbe yöntemidir. Aile bağlarını gevşeterek aile içi hiyerarşiyi bozmak, aileden başlayarak topluma yayılan değerleri aşındırarak ahlakı bireyin birincil vasfı olmaktan çıkarmak, eğitimde erdemli insan yetiştirmek yerine daha çok para getiren mesleklere yönelme hissini diri tutmak, uzun süreçlere yayılmış, emek nispetinde kazanç yerine kısa süreliğine sarfedilmiş emeğin yüzlerce katı kazanç yollarını içselleştirmek, güncel yaşam pratiğini geleneğin kuvvetlendirdiği değerlere göre karakter kurmak yerine anlık networkler üzerinden içgüdüye bağlı kılmak, ha bire yerli olanın yerine evrensel adı altında yabancı ve aslında Batılı değerleri montajlamak gibi ilk bakışta göze görünmeyen ama dikkatlice bakıldığında toplumu enfekte eden, onda olağanüstü kırılmalara sebebiyet veren sayısız değişme bu zımni darbe projesinin de etkili biçimde kullanıldığının teyididir. İktidarda zahiren de olsa Batı ile mesafeli gibi görünen bir siyasal kurgu olduğu halde toplumda yozlaşma, kokuşma, değersizlik ve etik ihlallerin sayısı artmışsa burada bir çelişkiden ziyade derinden işletilen sinsi bir darbe projesi var demektir. Eylem alanından ziyade duygu alanında yürütülen darbeler çok daha kalıcı hasarlar yaratır. İnsanlar arası ilişkinin bozulması, hiyerarşinin akrabalık, arkadaşlık, bölgedaşlık, hemşehrilik, cemaatdaşlık, ülküdaşlık, menfaatdaşlık ilişkilerine indirgenerek bunlar üzerinden belirlenmesi, bir tek liyakate bağlı olmayışı, niteliğin bırakın görülmeyi, aranıp bulunmayı, düşman addedilişi, boşanma ve adi suç oranlarının artışı, toplumsal idealler yerine bireysel istikballerin ikame edilmesi, sözün güvenilir bir akçe olmaktan çıkmanın çok ötesine geçerek kötü niyeti gizleyen bir araca dönüşmesi dünyanın en büyük askeri darbesinin yaratacağı tahribattan çok daha fazla zarar verir bir ülkeye. Dolayısıyla Türkiye’yi bekleyen ikincil büyük sorun nesillerin ıslahı sorunudur. Ve elbette, nesillerden önce de nesillerin seleflerinin ıslahı…

Belki biraz da kitlesel yozlaşmaya bağlı ama FETÖ ile doğrudan ilişkilendirilebilecek bir başka sorun da işgal girişiminin üzerinden üç yıl geçtiği halde örgütle mücadelenin düzgün yürütülmemesi yahut yürütülememesidir. Ak koyun ile kara koyunun birbirinden net biçimde ayrılamaması ve bunun da toplumda yaygın şekilde bir huzursuzluğa yol açmasıdır. Eğer toplumda, darbenin ardından tesis edilen “düşmana karşı ortak tavır” duyarlılığı ve mücadele keskinliği birkaç yıl içinde yerini yılgınlığa, umutsuzluğa bırakmış ve mücadelenin sahiciliğine dair derin kaygılar ortaya çıkmışsa mücadele esas ve yöntemlerinin yeniden gözden geçirilmesi, yöntem sorunlarının giderilmesi gerekmektedir.

Yakın gelecekte memleketi bekleyen en önemli sorunlardan biri de kuşkusuz örgütün Türkiye’de yarattığı ayrışmanın tamir edilmemesidir. Doğrudan örgütle irtibat ve iltisakı bulunan yüz binlerin yanı sıra onunla akrabalık ilişkisi bulunan birkaç milyon, ona bulaşmış onlarca milyon insan yaşıyor Türkiye’de. Olası bir karşı karşıya geliş yahut getirilişte bu sayının milyonlar hatta yüzbinleri bulmasının da bir önemi yoktur üstelik. Her durumda, kötülük iyilikten daha hızlı aktığından bir bardak temiz suyu kirletmek için bir bardak kirli suya ihtiyaç yoktur. Birkaç damlası rahatlıkla yeter. Oysa burada kötülüğün, tonlarını yitirerek nüfuz ettiği sayısız özneler alanından bahsediyoruz.

Duygular da hatırlar. Yurt dışına kaçma imkanı olan üst düzey örgüt üyelerinin çoğu ülkeyi zaten terk etti. Öyle ya da böyle yurt dışına kaçamamış, FETÖ’den hüküm giymiş insanlar çok değil, üç beş yıl sonra cezalarını tamamlayıp dışarı çıkacak ve bu ülkede yaşamaya devam edecekler. Her gün, her saat, bir zamanlar sahip oldukları hayat ile şimdisi arasında bir karşılaştırma yapacak ya pişmanlık duyacak ya da mağduriyet hissini yenileyerek yeni arayışlara gireceklerdir. Ama onlar açısından her tahattur, suça iştirak etmiş olsalar da mağduriyet hissiyle birleşecek, belli oranda bir nefreti davet edecektir. En basitiyle, ülkenin zaaf süreçlerini gözeterek daha ilk sendelemede “en etkili çelmeyi takmak için” harekete geçmeyi ve nefretlerini enerjiye dönüştürmeyi fırsat bilecekler, o anı bekleyecekler. Buna dair duygusal sağaltım projesinin mutlaka yürürlüğe konması gerekir.

Bütün dinlerde çocuklar masumdur. Dünyanın öteki çocukları gibi FETÖ’cü ailelerin çocukları da hayata akıl ile değil duyguyla bakmaktadır. Bunlar bizim çocuklarımız. 1990’larda devşirerek elimizden aldıkları, parlatıp büyüledikleri, devletin en kritik noktalarına yerleştirdikleri, darbe yaptırdıkları, kendi meclisini bombalattıkları ve başarısız olununca da yüz üstü bırakıp gittikleri insanlar da bir zamanlar çocuktu. İster baştan beri hikayenin farkında olsun, ister ortalarda bir yerde fark edip kaldığı yerden devam etmiş, isterse hiç fark etmemiş olsun, bu insanlar öyle ya da böyle Amerika’dan Türkiye’ye getirilmedi, darbe için ithal edilmedi, bunlar bizim çocuklarımızdı, bizim sitenin, bizim mahallerin, bizim şehrin, bizim iş yerimizin, bizim ofisimizin kıyısında köşesinde yaşayan ve o meşum olaya kadar da yüzlerindeki kötülüğü fark etmediğimiz çocukların ansızın büyümüş halleri... Başka bir ülke adına hareket etmiş olduklarını varsaysak bile bizim göğümüze doğmuşlardı, bizim vergilerimizle okumuşlardı, aldıkları her şeyde, her bir birikimlerinde devletin de milletin de emeği vardı. O çocuklar büyüdü, mevki makam sahibi oldu ve bir gece ansızın memleketi cehenneme çevirdiler. Büyük devletler, çocuklarının yüzüne baktıklarında onların büyümüş hallerini görür, ona göre önlemini alır ve vakti geldiğinde de ondan yararlanır.

Karşımızda halledilemediğinde ve altında kalındığında devasa bir sorun, ince işçiliklerle üstesinden gelindiğinde ise kocaman bir potansiyel var. FETÖ’cü çocuklara yönelik mutlaka ciddi bir çalışmanın yapılması gerekiyor. Türkiye’nin önündeki en acil meselelerden biri bu çocuklara el atılmasıdır. Mutlaka değerlendirilmesi, bir şekilde faydalanılması gerekir bu potansiyelden. Bütün önlemlerini aldıktan ve kaçma ihtimalini ortadan kaldırdıktan sonra mahkumların bile yeteneklerinden yararlanıp onları tekrar hayata döndürmenin yanı sıra üretimin bir parçasına dönüştürmenin arayışında olan devlet mekanizması, bir şekilde yanlış yapmış ama suça bulaşmamış insanların yeteneklerinden faydalanmanın yollarını aramayı düşünmek yerine neden cephesini genişletip düşmanlarının sayısını artırsın ki? Öncesinde sayısız nesil sessizce memleketin kucağından çekilip alınmışken, göz göre göre şu ya da bu ülkenin gönüllü elçisine dönüştürülmüş, kapı komşusuna bile düşmanlık besleyecek bir iç dünyayla donanmışken, yani aslında gün gün devşirilmiş ve kendisi olmaktan çıkarılmışken yine aynı hatayı bir daha niye tekrar edelim ki? Dışlayarak, yok sayarak, öteki tarafa atarak sessizce devşirilmiş, elimizden alınmış önceki kuşak gibi bir daha yeni düşmanlar mı icat edelim? Hayır yapmayalım. Bu çocuklar masum. Hayatı nefretle değil, sevgiyle öğrensinler. Devletin şefkat elini görsünler ve velev ki kendilerine aile içinde, kapalı devre ortamlarda kötü şeyler anlatılsa bile zihinlerinin derinliklerinde devlete karşı besledikleri sevgi hep patlamaya hazır bir tomurcuk olarak beklesin. Bir gün, bir ışık dokunur ve açar o çiçekler. Aile içinden çıktıklarında bile toplumun onlara bakışındaki dışlayıcı tavır derinlerde öfkenin kabardığı, yüzeyde sessizce gezen duygusal bir kopma yaratmaktadır. FETÖ ne kadar ihanet içre, işgalci, işbirlikçi ve zalimse, onların çocukları da bir o kadar masumdur, geleceğimizdir onlar. Gerçekten kaçmaktan daha tehlikelidir ona gözlerini kapamak. Gözlerimizi kapamayalım ve bir örgütün bizden çaldığı nesillerin, en azından çocuklarına sahip çıkalım. Unutmayalım ki suça ne kadar bulaşmış olurlarsa olsunlar sahip çıkmadığınız çocuklarınıza başkaları sahip çıkar ve ellerinizle kapı dışına ittiğiniz bugünün çocukları yarın kapıyı kırarak içeri girmeye çalışır. Bugünün FETÖ’cüleri dünün masum çocukları değil miydi? Memleketim insanını mankurtlaştıran bu devasa sosyoloji fabrikalarını kurmalarına niye izin verdik? Aynı fabrikaların yeni mamuller üretmesine niye gözlerimizi kapayalım? Makinenin başına geçelim ve tornadan geçmiş yeni mamuller üretelim, çok mu zor? Dün FETÖ’nün, çocuklarınızı göz göre göre sizden devşirmesine, onları size düşman kılmasına onay vermeseniz bile dalgınlığınıza gizlenen onaylarınıza sessiz kalışınız ne kadar yanlış idiyse bugün de onların merhamet bekleyen, belki de sizde dirilmeyi uman çocuklarını elinizin tersiyle itmeniz de bir o kadar yanlış olur. Bir nesil böylece, göz göre göre heba oldu. Yeni nesillerin heba olmaması için şimdiden önlem alınması gerekmez mi?

Nesiller, ah nesiller, her şey onlarla başlıyor, devam ediyor, onlarla nihayete eriyor. Çağ onlarla başlıyor, çağı onlar bitiriyor. Lütfen dostlarım, yemeyin içmeyin, çocuklarınıza sahip çıkın, nesillerinize sahip çıkın. Gözleri gözlerinizde, duyguları yad ellerde gezinen çocuklar yetiştirmeyin, yüreğini gözlerinin taşıdığı, gözleri yüreklerine emanet edilmiş nesillere ihtiyaç var. Ve bu, elbette emek ister… Hem de helalinden, hem de harama hiç bulaşmamışından…