Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
02 Haziran 2014

Darbeler, Gezi kalkışması ve militarist eğitim

3.11.1930 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nin başyazısında yer alan bir izahatla başlayalım; Modern devlet tam sözü ile hakim bir müessesedir. İçilen suya, oturulan yere, tavanın yüksekliğine, pencerenin genişliğine, hulasa her şeye karışır. Modern devlet, zaten her şeye karışmak için kurulmuştur." Bu tespit, tek parti döneminde devletin, ideolojik aygıtlarıyla toplum, sağlık, eğitim, kültür, sanat, siyaset, ekonomi ve din dahil olmak üzere toplumsal hayatı ilgilendiren hemen tüm alanlarda ne denli planlayıcı ve kontrol edici bir mekanizmaya dönüştürüldüğünün ve de hayata geçirildiğinin belki de en çarpıcı örneklerinden birini teşkil etmektedir. Cumhuriyet devri modernleşme süreci; tekçi ideolojinin toplum üzerinde tahakküm kurulmaya çalışıldığı ve tüm farklı renklerin asimile edilerek ideal bir toplum oluşturma çabalarının yaşandığı bir süreçtir.

Fransız düşünür August Comte'nin sistemleştirdiği "pozitivizmden" etkilenerek aklı ve bilimi kutsallaştıran ve bu doğrultuda bir yaşam anlayışı dayatan Kemalist laiklik, toplumu kontrol etme ve yön verme tekelini elinde tutarak kendi gibi olmayan hemen her türden inanca, fikre ve yaşam anlayışına şans tanımamıştır. Mustafa Kemal'in "Dünya'da her şey için hayat için en gerçek yol gösterici; ilimdir fendir. İlim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır" şeklinde ifade dilen sözü bir bakıma pozitivist bir önermedir. Keza Behçet Kemal Çağlar'ın kaleme aldığı 10.Yıl Marşı da pozitivist ilerlemecilik anlayışının özetlendiği bir metindir. Pozitivist anlayış zamanla kendilerini doğuştan haklı ve yanılmaz gören tuhaf bir aydın kesimi oluşturdu. Bu kesim Etyen Mahçupyan'ın da ifadesiyle kimlik olarak kendilerini dindarlıktan daha ileri bir insanlık aşamasında olduklarına inanır. Dolayısıyla dindarlarla fikir ayrışması yaşadıkları her noktada kendilerini doğal olarak haklı görmeleri gibi bir garabetle karşılaşırız.

Bugün de hala 19. Yüzyıl pozitivizmin etkisinden kendilerini kurtaramamış bir kesimin varlığı ile karşı karşıyayız. Bu zihniyet, "Türkiye'de benim sahip olduğum zihniyetin ve dünya görüşünün dışında kimse ülkeyi yönetemez" demeye getirmektedir. Bilindiği gibi ülkede muhafazakar, dindar ve özgürlükçü kesimle bu zihniyet arasında yıllar süren bir mücadele verilmektedir. Başka bir deyişle "Egemenlik kayıtsız şartsız Kemalistlerindir" diyen bir anlayışla, tüm farklı kesimlerin içinde yer aldığı, halkın iradesinin esas tutulduğu bir anlayışın kavgasıdır bu. Gezi ve 17 Aralık darbe teşebbüsüne kadar gelen ve hala devam etmekte olan bir mücadelenin içerisindeyiz. Bir darbe teşebbüsü şeklinde zuhur eden Gezi olaylarında açıkçası mesaj netti; Bu ülkenin sahibi biziz ve bizim zihniyetimizin dışında olan kimsenin bu ülkeyi yönetme hakkı bulunmamaktadır, dolayısıyla cebren de olsa Başbakan indirilmeli ve bir şekilde yönetim bizim elimizde olmalıdır. Peki, eğitim bunun neresinde?

Ders kitaplarında "Adnan Menderes" ismi neden geçmez?

Geçen hafta 27 Mayıs'ın 54. Yıl dönümü münasebetiyle darbeleri konuştuk. Haklı olarak darbelerin toplumsal barış ortamını zedelediğini, ekonomik bunalımlara yol açtığını, sivil siyaseti işlemez hale getirdiğini kısacası idamlarıyla, çıkarılan yasalarıyla ülkeyi zapturapt altına almaya çalışan darbeci zihniyeti masaya yatırdık. Ne var ki bu tartışmalara yıllardır ürettiği militarizmle darbeci zihniyeti besleyen Tevhid-i Tedrisatçı/mili eğitim sistemini tam anlamıyla dahil edemedik. Elbette bu anlamda atılan bazı adımlar oldu ancak eğitim hala özü itibariyle militarist, tekçi ideolojik yapısıyla darbeci zihniyetin elini güçlendiren bir işleve sahiptir. Çünkü eğitim hayatını tanzim eden kanun ve yasalarda hala sıkıntılar mevcut. Bunun yanı sıra bugün okullarda okutulan ders kitaplarında da sıkıntılar var. İsterseniz bir iki ders kitabından örnekler vereyim. Örneğin "Demokrasi Ve İnsan Hakları" ders kitabı Ülkemizin çağdaş, demokratik bir devlet olması için gerekli bütün atılımların, tek parti düzeni içinde gerçekleştiğini yazıyor. 27 Mayıs darbesi ise şu ifadelerle anlatılıyor: "15 yıl süren çok partili dönem, Türkiye'de köklü bir demokrasinin kurulması için yeterli olmadı. Bu dönemde hükümetin bazı icraatları Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından şiddetle eleştirildi. 27 Mayıs 1960'ta Türk Silahlı Kuvvetleri, bir darbeyle yönetime el koydu." Bakınız "eleştirdi" deniliyor. O zaman sormak lazım, 27 Mayıs'ta Adnan Menderes'i kim astı? Bu tür bilgilerin verildiği bir ders kitabında neden idam edilen merhum Adnan Menderes'in ismi geçmez?

Diğer taraftan daha evvel hakkında da yazdığım İnkılap Tarihi ders kitabında geçen;Gazeteler, harf inkılabını destekleyerek eski harflerle yeni harfleri yan yana basmaya başladılar. Türk milleti bu yeni alfabeyi kısa zamanda benimsedi. Türk milleti kısa sürede fes, sarık ve diğer başlıkları terk ederek kendiliğinden şapka giymeye başladı" türünden bilgilerin yer aldığı ders kitaplarında neden İskilipli Atıf Hoca'ya yer verilmez? Bu ülkenin çocukları Adnan Mendres'in niçin asıldığını bilmeyecekler mi? Evet, bunlar eksiklerimiz. Çocuklarımızı bu tek yanlı zihin yapısının tahakkümümden artık kurtarmamız gerekmiyor mu? Bu bakımdan yıllardır ders kitaplarından, yasalarına varana kadar "milli" eğitimin köklü bir reforma ihtiyacı olduğunu söylüyorum.

twitter.com/sivildemokrat