Darbeci Sisi’nin tehditleri ve ''Libya’da Ne İşimiz Var?'' muhabbeti üzerine
Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı gibi mühim vazifelerde bulunan Merhum Keçecizade Fuat Paşa, “pervasız” denilebilecek kadar “açık sözlü” bir Osmanlı Devlet Adamı olarak bilinir.
Gerçekleri “çarpıcı” ifadelerle ortaya koyan bu tür insanların yanlış anlaşılmaları tabiidir, zira “sloganlara” hapsolan kitleler, “sıra dışı” ifadeleri çoğu vakit idrak edemezler.
Bu idrak eksikliğin faturası da doğruları “ince nüktelerle” dile getirenlere kesilir.
Bilirsiniz;
Keçecizade Fuad Paşa’nın, Merhum Padişah Abdülaziz’le birlikte çıktığı Avrupa seyahatinde eşlik ettiği sırada kendisine yöneltilen “En güçlü devlet hangisidir?” sorusuna şöyle bir karşılık verdiği rivayet edilir:
“Şüphesiz ki Devlet-i Aliye-i Osmaniye’dir. Çünkü yıllardır siz dışarıdan, biz içeriden yıkmaya çalışıyoruz ama bir türlü yıkılmıyor!..”
Bir rivayete yaslanan bu cümlede acı gerçeğin ifadesi yok mu?
Bunu “Paşa kendisinin de Osmanlı’yı yıkmak isteyenlerle işbirliği yaptığını itiraf etti!” yollu sonuçlar çıkartanlar çok oldu.
Oysa…
Keçecizade Fuat Paşa’nın, “Bu millet ve devlet batıyor” diyen İngiltere Büyükelçisi’ne “Bu millet ve devlet asla batmaz!” şeklinde karşılık verdiği bilinmektedir.
“Yıllardır siz dışarıdan biz içeriden yıkmaya çalışıyoruz ama bir türlü yıkılmıyor!”cümlesiyle ortaya konulan ise, bizim memlekette her vakit “dışarıyla işbirliği” yapmaya hazır grupların olduğu ve olacağıdır..
Cumhuriyet Dönemi’nin ünlü devlet adamlarından Merhum Kâmran İnan da, “Haini en çok olan ülke Türkiye’dir!” cümlesiyle, bu çağın idrak seviyesine hitap eden bir netlikte ortaya koymuştur gerçeği.
Bugün, Osmanlı Devlet Adamı Keçecizade Fuat Paşa ile Türkiye Cumhuriyeti Devlet Adamı Kâmran İnan’ın işaret ettikleri hakikatin bütün tezahürlerine şahitlik ediyoruz.
Özellikle Keçeçizade Fuat Paşa’nın söylemi, bugüne çok daha fazla oturuyor.
Zira…
Meseleyi sadece “ihanet” olarak da görmemek gerekir, bir de “gaflet” boyutu var ki, bu birincisinden de tehlikeli.
Bugün memleketin başı –belki de- hiç olmadığı kadar derttedir.
Türkiye’nin önce Irak’ta, Suriye’de ve hemen ardından da Libya’da almak mecburiyetinde olduğu için aldığı “riskler”in boyutları çok büyüktür.
ABD, Rusya, İsrail, Almanya, Ortodoks Rum Lobisi, İşgalci Fransa, İtalya ve zulmün, sömürünün sembollerinden Çin’in, vesairenin, Akdeniz ve Ege’den söküp atmak istedikleri Türkiye, “varlığını” sürdürme mücadelesi vermektedir. Varlığı sürdürmenin “yok edilemeyecek kadar güçlenmekten” geçtiği de ortadadır.
Suudi Arabistan, BAE, Mısır batılıların oyuncağıdır.
Darbeci Sisi, Türkiye’nin desteklediğiUlusal Mutabakat Hükümeti’nin (UMH) darbeci Halife Hafter’e karşı elde ettiği askeri başarıların ardından Libya’ya askeri harekât tehdidi savurmak suretiyle, Devletimizi Akdeniz’den söküp atmak isteyen güçlerin “postacılığını” yapmıştır.
Bu tehdit öncelikle Libya’ya değil, Türkiye’yedir.
Tehdit sadece Darbeci Sisi’nin değil, karşımızdaki “yedi düvel”in tehdidir!..
Bazıları diyecektir ki;
“Bir ülkenin yedi düvel ile kavgalı olması” doğru mu?
Elbette değil ama bunu Türkiye istemedi ki?
Meşru müdafaa hakkını kullanmaktadır Türkiye, müdafaasını sağlam tutabilmek için hücum etmeye mecburdur ve bunu yapmaktadır.
*
Türkiye’nin hamlelerini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi manevraları olarak görmek, -kusura bakılmasın ama- tam mânâsıyla ahmaklıktır!..
Bütün canlılar, hayatta kalmak için çaba gösterirler, devletlerin de yaptığı budur, her devlet varlığına bir saldırı olduğunda “aklı”nı kullanır.
“Devlet Aklı” vardır ve Türkiye’nin Devlet Aklı, gücünü binlerce yıllık birikiminden almaktadır.
Osmanlı’nın kurtulması için Anadolu’nun İstiklâl Mücadelesi’ni plânlayan ve “görevlendirmeleri” yapan da “Osmanlı Devlet Aklı”dır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulabilmesinin ve bugünlere gelebilmesinin temelinde “Osmanlı Aklı” vardır, Osmanlı’nın dünyaya hükmedebilmesinin sırrı da, “geçmişin birikimini ileriye taşıyabilmesi”dir.
Bu süreçlerde “Devlet Adamları” ve “ekiplerinde bulunanlar” hatalar yapabilirler, “hatasızlık” Allah’a mahsustur.
Hata yapıldığında ikaz etmek de, büyük resmi görüp “Gereken Yerlerde Destek Vermek” de, idrak fukarası olmayan beyinlerin işidir.
Sayın Erdoğan, “Devlet Başkanı” olarak, “Devlet Aklı”nın temsilcisidir.
Günü geldiğinde, bu “Devlet Aklı”nı elbette bir başka isim, ardından bir başka isim temsil edecektir.
Bugün…
Siyasi ihtiraslarından, yarım kalmış hesaplarından, vesaire sebeplerden dolayı, “gitsin de ne olursa olsun” hesabına girenler çok yanlış yollardadır.
Gidecek olan vakti gelince nasıl olsa gidecektir.
“Büyük resmi” göremeyenler için, memleketi “içeriden ve dışarıdan” yıkmak isteyenlere “istemeden de olsa” destek vermek gibi bir risk vardır.
*
Ben…
Şimdi…
Keçecizade Fuat Paşa’dan mülhem;
“Bu devleti Yıllardır siz dışarıdan biz içeriden yıkmaya çalışıyoruz ama bir türlü yıkılmıyor!”desem, “sosyal medya”nın belirlediği idrak seviyesine hitap edemem.
“Sayın Erdoğan’ı AKPliler içeriden, düşmanları dışarıdan yıkmaya çalışıyor” desem “Ak Partili ve AKP’li ayrımı izah etmek” gibi, yine “idrak ortalamasını çok aşan” bir işe girmiş olurum.
İyisi mi burada bitireyim, anlayabilecek olan çoktan anlamıştır zaten!