Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
17 Haziran 2021

Dağkapı'da Keko'yu gördüm

Yazacağım yazılar öncesinde bazen uzun yürüyüşler yaparım. Hele bu uzun yürüyüşler, daha önce görmediğim, gezmediğim diyarlardaysa yazı maceram başka mecralara kayıyor. Bu diyarlarda kâinattaki kudret nakışlarını hatırlarım. Nedir bu kudret nakışları? Osman Nuri Topbaş Hocamız anlatıyor. “Kâinattaki kudret nakışları âdeta sessiz ve sözsüz ilâhi şiirlerdir. Bu şiirleri okuyabilmek, kalplerdeki duyuşların derinliği nispetinde mümkündür.

Kâinattaki kudret nakışları, son yolculuğumda Diyarbakır’da karşıma çıktı. Dağkapı’da esip gürledi. Diyarbakır otogarında minibüsçülerin heyecanla bağırdığı Dağkapı’da. Dağkapı, Diyarbakır kalesinin Elazığ’a açılan kapısı olduğundan buraya Harput Kapı da denilmişti. Dağkapı’dan iç kaleye nakaratları eksik bir türkü eşliğinde yürürken Keko’yu gördüydüm. Keko’yu görmemle türkünün diğer nakaratını hatırlamam bir olmuştu. Keko, bana sadece nakaratını unuttuğum türküyü değil Osman Nuri Topbaş Hocanın anlattığı kâinatın kudret nakışını da hatırlatmıştı.

Keko, kâinata daha sunulmamış soyut esenlik hazinesi gibiydi. O, Dağkapı’dan iç kaleye giden yolda meyan şerbeti satar. Diyarbekir’in iç kalesinde bir yol şiiri gibi karşınıza çıkar. Onda şiire bulanmış bir dağ havası var. Biraz Cahit Sıtkı Tarancı, biraz Ahmet Arif, ama daha çok Sezai Karakoç havası da vardı onda. Keko’yu konuşturmak bir mesele. Konuşunca da her sözü yaranıza merhem oluyor. “Hayır” duadan başka yoktur “başka söz” onun dosyasında.

Bana sorarsanız Diyarbekir’i. Keko diye cevap veririm. Başkaları bir turist marifetiyle gezerken Roma döneminden kalma Havsel bahçelerini, İç kaleyi, Seksen iki burcu; benim gezmekliğim ise Keko’da son buluyor. Çünkü Onda yaşanılmış tarihin özünü buluyoruz, kendi hikâyemizi buluyoruz. Keko, Diyarbekir’de ecdadın ve tarihi mirasın fahri bekçisidir. Onda daha tükenmemiş, umutların ve değerlerin saklı olduğunu gördüydüm.

Keko, sözün ustası değildi belki. Ama şerbetin, meyan şerbetinin ustasıydı. Söz gelir onu bulurdu. Keko’nun mekânı Diyarbakır’da Nebi Camii civarındaydı. Mekân dediysem öyle ahamlı şahamlı bir dükkân değildi. Belediyenin seyyar satıcılarını zabturabt altına almak için oluşturduğu küçük tezgâhlardan birine sahipti Keko. Bu tezgâhları belediye mi yapmıştı, onlar mı, bilemiyoruz.

Keko’nun tezgâhında geçmiş yıllara ait fotoğrafları vardı. O fotoğraflarda Keko, meyan şerbetini sırtında şerbetçi güğümü ile taşıdığı yıllara aitti. Merhum babasının da sırtında şerbetçi güğümü varmış. Diyarbekir Küçeleri, “şerbetçi, şerbetçi, meyan şerbeti nidalarıyla inlermiş. “Ah Keko, küçeler’e su serpilmiş de haberimiz mi yok, diyesim geliyor. Tebriz türküsü Diyarbekir’e gider mi acaba? Keko’ya sormak lazım. Ben soramadım.

Keko’nun tezgâhındaki fotoğrafları görünce çocukluk yıllarım aklıma geldi. Çocukluğum Viranşehir ilçesinde geçti. Bu ilçede iki şerbetçi vardı. Bunların güğümü iki bölümlüydü. Birinden limon suyu, diğerinden meyan şerbeti akardı. Viranşehir, meyan şerbetine pek alışık değildi. Ama Urfa’da her köşe başında bir Keko vardı. Haşimiye, Kekoların merkeziydi. Yazları çoğu kez gittim Urfa’da bunları görürdüm.

Çocukluk yıllarımın hatırası uğruna Keko’nun yanına sokuldum. Selam ve kelamdan sonra Keko, bana önce oturduğu iskemleyi verdi. Sonra meyan şerbetini ikram etti. Buyur, otur, iç, dedi. Günahtır ayakta içmek, dedi. Pek çok derde devadır bu meyan şerbeti, dedi. Ah kurbanın olayım Keko, dedim. Lıkır lıkır içtim bir bardak meyan şerbetinden… Keko hesabımız lütfen diyorum. Hesabınız ödenmiştir, diyor. Heyran Keko, kurban Keko, diyerek cebren de olsa hesabımızı ödedik.

Keko’daki taaruf İran kültüründeki taarufa benziyordu. İran’da bir yerde yemek yersiniz. Hesap istediğinizde “kabil-i nedare.” derlerdi. Misafirimiz olun, para istemezük yani. Tebriz Türkçesiyle “konağımız (konuğumuz) olun” derlerdi. Bence bu taaruf Diyarbakır’dan oralara gitmeydi. Şah İsmail, Diyarbakır’dan çekilirken Diyarbakırlı bazı aileleri Tebriz’e götürmemiş miydi? O ailelerden biriyle Tahran’da tanışmıştım. Bir yayınevi vardı adamın. Risale-i Nur kitaplarını Farsça’ya çevirmişti.

Keko’ya dönelim. Keko, biliyor musun İsmet Özel’in babası da meyan kökü toplarmış dağlardan. Ve meyan kökünü Dağkapı’dan getirip şerbetçilere satarmış. Keko, biraz durup İsmet Özel’i hatırlamaya çalışır. Sonra “ben tanımıyorum ama babam kesin tanır.” demişti. İçimden “yok Keko öyle deme” diyesim geldiydi. Ama nafile… Keko, İsmet Özel’i ve babasını başka İsmetlerle karıştırmıştı. Keko, sözünü şöyle tamamlamıştı.

“Merhum, babam meyan kökü satıcılarından çok meyan kökü alırdı.”