Dağılın kalıyoruz
Bazı kelimelerden yakın zamanda yaşadığımız kötü tecrübelerden sonra o kadar ürktük ve uzaklaştık ki, sanki onları kullanırsak bir şekilde illa o kötülüğe bulaşmış olacağız çekincesini yaşıyoruz. Bu arada kötü yaşanmışlıkların, olayların merkezinde başrol oynamış kimi kelimeleri pekâlâ kullanım dışı bırakma gücüne sahip olduğunu görüyoruz. Yani aslında sözlükler yönetmiyor yaşamı, yaşamın kendisi sözlüğe işliyor, yazıya hâkim oluyor.
Mesela cemaat kelimesinden o kadar ürktük ki, normalde her iyi işi birlikte kaldırabilmek için o işin bir ucundan tutanların bir araya geldiği topluluk olarak anlayabilecekken artık hatıramıza kazınmış kötü örneğinden soyutlanamadığımız için öyle anlayamıyoruz. En azından bir süreliğine…
Burada cemaat-cemiyet gel-gitine ve sosyoloji felsefesine yer vermeyeceğim. (Gerçi F. Tönnies’in kan cemaati, fikir cemaati tanımlaması ne de isabettir.) İşte mesela bir millete mensup olmak, bir topluluğa üye olmak. İnançsızlıkta dahil herhangi bir inanca, bir fikre ve o inancı, o fikri yaşamada birlikte hareket etmek isteyebileceğimiz topluluklara, gruplara adına her ne dersek diyelim toplanmaya…
Anlayın ki cemaat kelimesini kullanmakta zorlanıyoruz.
Fakat şunu hatırlamalıyız ki; hiçbir mensubiyet -ki en başta bir cemaate mensup olmak- ölümüne aidiyet olamaz, olmamalıdır.
En başından düşünelim. Dünyalı bir insan oluşumuz dahi geçici iken, kökenimizdeki ezeli oluş ebediliğe işaret eden bir levha iken,
dahası “dünyacı” olmamız gerekmiyorken, dünyaya gelmekle edindiğimiz mensubiyetlerin geçici olduğu çok açık bir hakikatimizdir. Öyleyse neden kişiliğimizi güzel inşa etme amacıyla mensubu olduğumuz toplulukların kişiliğimizi yok etmelerine, şahsiyet olmamıza ket vurmalarına göz yumuyoruz? Böyle böyle azmanlığına göz yumduğumuz oluşumlar, bırakın bizim birer fert olarak var oluşumuza, millet olarak var oluşumuza dahi engel olacak cüreti buluyorlar. Buldular da…
Geçicilikte; yalan olmak kadar geçinceye kadar doğru olmak da var, tamam. Hepimizin bildiği gibi geçicilikle oluşan şartlar bir süreliğine geçerli olmayı, doğru kabul edilmeyi salık veriyor. Fakat bütün mensubiyetler sorgulanarak, sağlaması yapılmak suretiyle güncellenerek doğru kalabilme imkanına sahiptirler. Bir mensubiyetin bize, kişiliğimize ve milletimize zarar vermeme meselesi; bizde başlıyor ve bitiyor. Bunun için her birimizin şahsiyetinin oluşumunda bizzat kendi başında nöbet beklemesi bütün meşguliyetlerin berisinde ve ötesinde bu konuda teyakkuzda olması gerekiyor.
Bu cümleler dünyaya geldiğimiz andan itibaren mensubu olduğumuz, aidiyet kurduğumuz bütün bağlar hakkında düşünülebilir. Koparılamayan tek bağ dışında diğer bütün aidiyetler, mensubiyetler, bağlar düğümlenebilir veya çözülebilir özelliktedir. Yani geçicidir, yalandır, bir süreliğine doğru, geçerli, süresizlikte ise geçersizdir.
Dini veya din dışı oluşumlara baktığımızda, genel olarak piramidin tepesine bağdaş kuranın veya çok modern bir tahta grant tuvalet kurulanın, yüceltilme ve buna bağlı olarak sorgudan muaf, üstüne üstlük her yaptığı sayısız hikmet dolu bir üst insan ilan edilmesi ile karşı karşıya kalıyoruz. Dolayısıyla böyle bir piramidin zemini; etrafına kullar ve köleler olarak dizilen, her fikirsizliğe evetçilik yapan, kendine ait bir fikri olmayan, hatta durup kendine ait bir aklı, düşü, düşüncesi, iradesi olup olmadığını düşünmeyen, daima el bağlayan, canlı olduğunu reveranslarla kıpırdayabildiğinde anladığımız, ileri gittiyse geri basmadıkça ortamdan ayrılamayan kişiliksiz tipler seri üretim yerine dönüşüyor.
Halbuki bütün oluşumlar ( sonunda en yuvarlak kelimeyi buldum) insanın oluşumu, gelişimi için birer mektep olmayacak mıydı? Her oluşum her çeşit insana hitap edecek çeşitlilikte birer varoluş bahçesi değil miydi?
O halde bundan böyle var oluşumuzu, kişiliğimizi zedeleyecek dünyevi bütün mensubiyetler ve aidiyetlerin gerekirse canı cehennemedir. Evet. Aynen böyledir. Cansızlığı cehennemedir hatta! Kontrolsüz bireysellik kadar, kontrolsüz toplulukların da ne denli tehlikeli olabileceğini hep birlikte gördüğümüze göre, toplulukları oluşturacak bireylerin onlardan bağımsız olarak bilinçlendirilmesi ve o şahsiyetlerin sorgulamaları eşliğinde var olabilmeleri gerekir.
Yani bize özgür iradesinin farkında olan, hangi oranda olursa olsun özgün yürüyüşünü sürdürülebilir kılan şahsiyetler olmak düşüyor.
Bir oluşum insan iradesini etkisiz kılma haddini nereden bulmaktadır? İnsana bahşedilen inisiyatifi onun elinden alma haddini nereden bulmaktadır?
İradesinin farkına varmamış, inisiyatifini eline, kalbine, aklına almamış insandan bulmaktadır elbette.
15 Temmuz Türkiye insanı için, insanlığın ilk yaratılmasında yaşadığı hata sonrası bir iradesi olduğunun ayırdına varması gibidir. Büyük bir hatadan son anda irade gösterilerek dönüldü. Bir irade patlaması olarak gerçekleşen bu refleks var oluşu yeniledi.
Şimdi o gösterilen milli iradenin, diğer oluşumlarda eriyip giden iradeler yığını olmaması için ve tek tek irade gösterebilen şahsiyetlere çoğalması için özel gayret gösterme zamanıdır!
Milli iradesini fark etmiş olan bu millet, ferden de, müstakil iradesini de fark etmek durumundadır.
Bu milletin, böyle bir tecrübeden sonra; o cemaat, bu grup, o parti, şu kulüp veya işte adlı, etiketli bir oluşuma iradesini teslim edip, varlığını kişiliksiz ve kimliksizleştirmesi düşünülemez. Dini veya din dışı cemaat olmak- toplanmak; keskin bir ad, etiket koyarak, kendini biricik doğru diğer herkesi eğri diye ötekileştirerek, kendini seçkin ilan ederek ayrılıkçılık çıkararak olmaz.
Her nerede toplumsal adalet için, merhamet için bir çaba harcanıyorsa o çabaya istediği her an geri çıkabilecek şekilde geçişli, özgür bir şekilde katkı sunmakla da toplanmış oluruz. Cemaat olmaktan; iyilik ve güzellik için, iyilikle ve güzellikle bir araya gelmek ve yine başka iyi, güzel hareketler için dağılmak anlaşılmalıdır. Cemaate, partiye, kulübe, tarikata ve saireye girmek dine girmek, yaşama doğmak olmadığı gibi, cemaatten çıkmak dinden çıkmak, “sen öldün, bittin” şeklinde ölmek filan değildir.