Dolar (USD)
32.57
Euro (EUR)
34.96
Gram Altın
2461.44
BIST 100
9897.45
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

21 Eylül 2016

Dağ Gibi Okullar

Farklı eğitim modellerinden bahsetmek istiyorum. Bir servise zamanında yetişmek, uyuyarak okula gitmek zorunda olmadan ulaşılabilen kolay okullardan. Bir önlük. Önlük mü? O da ne diyecek kadar eskide mi kaldı sanki siyah ilkokul önlükleri...Sanki aileden ayrılığa, kerrat cetvel ezberine ve zorunlu sevgilere ne de yakışan matem havası. Neyse biz eskidik şükür.

Bir forma giymeden, kasıntı selamlar vermeden, titremeden, belki henüz üstünüzde pijama ile eğitim...Ne eğitimi, ilim ve adap alacağınız sade, tek kişilik, özel mürebbiyeli okullardan bahsedeceğim.

Geçmişi övmek değil maksadım. Şimdiyi yermek te değil. Sadece hatırlamak. Hatıranın neresi geleceğe kayar da düşer önümüze bir yıldız gibi...Ona bakmak.

Mesela annem benim ana okulumdu. Gündelik ev işi yaparken veya çamaşır yıkarken hemen her gün yarım sayfa Kuran okuturdu. Muhakkak. Devamsızlık mümkün değildi. Ödev daima zamanında teslimdi. Öğretmenden ve okuldan kaçmak mümkün değildi. Kaçmak duygusu da pek nadir ve tadındaydı. Okulu kırmak, anneyi kırmak olurdu. Veya size birikimini aktaran hangi yakınınızsa onu...

Okuma bittiğinde sıra bendeydi. Okuduğum kitabı anneme sesli okurdum. Bu defa öğretmenimiz aynı zamanda bir kütüphane olan evimizdeki kitaplarımızdı. Yazı konumu güncellemeyeceğim. Her evde çeşit çeşit bilgisayarlar olduğunu bilmiyormuş gibi yapacağım. Bilginin sayılamayan bir şey olduğuna inandığımı da ekleyeceğim. O bilgisayarlarda arama motoruna atlayıp gaza basıldığında bulunan şeyin " Ne ararsan bulunur/Derde devadan gayrı" olduğuna da. Çok şükür ne ararsak buluyoruz. Fakat arayışı kaybediyor gibi miyiz. Hayır. Hüzünlenmek yok. Eski yeni böyle böyle olup gideceğiz.

Bir de dedemin tedrisatından bahsedeceğim. Eski bir eğitim modeli olarak. Makinesiz hesabı çok iyi bilen, marangoz, demirci, tacir, arabacılığının yanısıra iki de bir "Ben ünivesiteliyim." diyen o kara yağız sülale genel müdüründen. Dedem esnerken bile "Haay Hakk!" derdi. Yani yorgunluk ve uyku alametinde dahi diriliği ve hayatı kodlardı beynimize. Farklı yöntemleri vardı yazlık okulumuzda. Bir keresinde Sure- i Haşr'i ezberletirken kapı arkasındaki çalı süpürgesinin yaptırım gücü ile, gömme dolaptaki tuzlu leblebinin tat hayalinden yardım aldığına bizzat şahidim. Bir okul açsam her sınıf kapısının arkasına sembolik olarak koymak isterdim o süpürgeden. Ha unutmadan. Eskiden bizim müfredatımız Kur'an'dı. Ohoo...Ahmet Yesevi rehber öğretmenimizdi. Elmalı'lı tefsire girerdi. Filibeli Ahmet Hilmi ahlak derslerine. Onların hepsini yetiştirenin de son peygamber olduğunu bizzat kendilerinden duyardık.

Uzatmayım. O gün bugün hiç unutamadığım en iyi ezberim Haşr suresidir. Acaip bir kelam ha! Antalya'da bir gün akşam namazından sonra bir sesin o anlamı uçurduğuna tanık olmuştum da güzelliğinin şiddetinden kalemim, klavyem titreye titreye kitabıma ekledim. Dağ gibi olmak lazım bu ilim emanetine layık olmak için diyordu sanki sure. Hatta ondan daha güçlüsün sen bu cahil cesaretinle, der gibiydi bana...

Sevincimden mi, üzüntümden mi bilemedim o an o süpürge saçlarım oldu. Yumuşacıktı. Deli deli dolaştım iç sokaklarımda. Kalbimi bir güzel süpürdüm. Gözlerimden sildim köşe bucak.

Sonra toparlandım. Gittim tuzlu leblebi aldım. Gömme dolap leblebisi yokmuş. Kalmamış. Satmıyorlarmış. Bir çay ısmarladım. Çay dedim, koca çınar gibi, çağlara şahit. Bir ilkokul zili çaldı. Onca kuzuyu kapadılar duvarlara.

Dedim ki o eski okullardayken aşık olduğuma. Dedim ki Yüce Dost'a;

"Biz Sana böyle yaslanmasak...nasıl dağ oluruz...Heyy!"