D. Mehmet Doğan ve"1932 Dinî İnkılâp Yılı" üzerine
Tarih, bu günün insanının dünden ders alıp yarına emin adımlarla yürüyebilmesi için yüzleşmesi gereken bir aynadır. Nasıl ki her sabah evden dışarı çıkarken saçımızı, başımızı, elbisemizi ayna karşısında düzeltiyorsak devlet idarecileri de tarih aynasına bakarak politikalarımızı, kararlarımızı, kanunlarımızı, planlarımızı gözden geçirmek zorundadır.
Tarih öyle bir muallimdir ki sesi dünden
gelir ancak yarına giden yolda ayak izleri bizlere rehberlik eder. Eğer ondan
gereken dersi almazsak Mehmet Akif merhumun “Târîh»i «tekerrür» diye ta’rîf
ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür
mü ederdi?” dediği gibi geçmişin hatalarını tekrar etmek durumunda kalırız.
İşte tam bu noktada tarih yazıcılığının usulü
ve sıhhat derecesi devreye giriyor. Zira yanlı ve yanlış bir tarih yazımı
okuyana elbette ders veremeyecektir. Tarihi gerçeklerin tahrif edilmek
suretiyle imal edilen tarih aynası; şişmanı zayıf, cüceyi dev, devi cüce
gösteren bir illüzyon aynasından başka bir şey olmayacaktır.
Özellikle Batılılaşma İhaneti isimli eseriyle
fikri alt yapımızın teşekkülünde emeği ve etkisi olan kıymetli üstadımız D.
Mehmet Doğan’ın son eseri olan “1932 Dinî İnkılâp Yılı” kitabı da önümüze
konulan bu illüzyonist, sahte tarih aynasını asli ve gerçek ayarlarına
döndürmek için yazılmış bir eser hüviyetinde. Zira önümüzde adına tarih denilen
metinler, maziyi unutturtmak isteyenlerin elimize tutuşturduğu yalan, yanlış şeyler
ile gerçeklikten fersah fersah uzak, muharref, tamamen ideolojik kurmaca
efsaneler, masallar ve hikâyelerden başka bir şey değil. Doğan da kitabında bu
yalanları belgelerle tek tek çürüterek, “gerçek tarihi” gün yüzüne çıkarmak
için çaba sarf etmiş.
Tarih ile kendi çapında yüzleşmeyen ve önüne
konulan metinleri tarih olarak kabul etmiş birileri için bu kitap elbette şok
etkisi yapacaktır. Ancak birazcık bu işleri kurcalamış olanlar ise “bu da mı
olmuş, pes yani” diyecekleri hadiselerle karşılaşacak.
Kitapta 1932 yılını genel olarak ezanın
Türkçe okunduğu, salânın kaldırıldığı, dilimize en öldürücü darbeyi vuran ilk
dil kurultayının yaşandığı, kendi öz musikimizin konservatuvarlarda eğitiminin
yasaklandığı bir yıl olması yanında ekonomik, siyasal ve sosyal buhranların
yaşandığı bir yıl olarak okuyoruz.
Şubat
2023 tarihinde Yazar Yayınları arasından çıkan 324 sahifelik kitap sunuş ve
giriş kısımlarından sonra, “1930’ların Dünyası”, “Son İnkılâp: 1932”, “İnkılâbın Tereddisi”, “Yasaklanan Medeniyet Yahut “Musiki İnkılâbı”
ve “Müteferrik Bahisler” başlıklar halinde beş bölümden ve eklerden oluşuyor.
EK bölümünde ise 1932 yılında yayınlanan gazetelerin kupürleri de yer alıyor.
Her
bölümde insanı hayretlere düşürecek hadiseler büyük bir merak unsuru oluşturması,
okurun kitabı elinden bırakmadan okumasına ve kısa zamanda bitirmesine vesile
oluyor. Bu akıcılığın arkasından gelen yakıcılık ise uzun bir müddet
yüreğinizden, belleğinizden gitmiyor. Keşke bunlar olmasaydı demekten kendinizi
alamıyorsunuz. Zira yakın geçmişte yaşanan bu hadiseler ve onların etkisi hâlâ
bugün bile gündemi meşgul etmekte, bu hatalardan ders almayı bırakın onları
savunan ve daha fazlasını yapmak isteyen çevreler etrafına topladıkları
zihinleri ifsat etmek için dünkülerden daha çok bir gayretkeşlik içindeler.
Örneğin
Türkçe ibadeti zorla kabul ettirmek için ilk başvurulan metinler doğrudan
Kur’an tercümesi olmadığı gibi Fransızların kendi dinlerinin tahrifatını
saklamak için kasıtlı olarak yanlış tercüme ettiği bir kitabın Türkçeye çevrisi
olması ve zamanın Diyanet İşleri başkanlığının bu kitap hakkında sert eleştirileri
olduğunu ve bu kitabın Kur’an Meali olamayacağı itirazını bu kitaptan okuyoruz.
Bu konuda Mehmet Akif ve Elmalılı Hamdi Yazır merhumlara yapılan baskıları da…
Kur’an’ın tercümesindeki asıl amacının insanların onu doğru öğrenmesi
olmadığını da…
Musiki inkılabında bir gazetenin
açtığı itiraz kabilinden yapılan cılız soruşturmaya bile tahammül edilemediği
ve Falih Rıfkı’nın bu işin mütehassısı olmadığı halde sert cevabı ile ortalığın
suspus ettirildiğini de bu kitaptan öğreniyoruz. Kaldı ki Batılı anlamda konservatuvar
kurulması ve musiki de reform yapılması için getirilen Prof. Jozep Marks’ın
bile “konservatuvarda Türk müziği öğretimi yapılmalı” diye rapor
vermesine rağmen 1976’ya kadar Türkiye’de resmi anlamda ve konservatuvar
düzeyinde Türk müziği öğretimi yapılamadığını da…
Yine 1932 yılında üniversite reformu
için Avrupa’dan çağrılan uzmanlar arasında Prof. Albert Malş yaptığı
araştırmalar neticesinde hazırladığı raporda “Darülfünun kapatılmasın” diye
fikir beyan etmesine rağmen kapatıldığını da kitaptan öğreniyoruz.
Dış politikada da bugünün insanın
anlayamayacağı şeyler yaşandığını da kitaptan öğreniyoruz. Yunanistan ile olan
ilişkiler, yıllarca bizi arkadan vurdu denilen Şerif Hüseyin ve oğlu Kral
Faysal ile olan ilişkiler de tüm çıplaklığıyla kitapta yer almış. Bir
resepsiyonda Mısır murahhasının fesli olduğu için yaşadığı muamele nedeniyle
çıkan uluslararası skandal da…
Tabi ekler bölümünde konulan o günün
gazete kupürleri bu günün devrim müdafilerinin “bunlar yapılmadı, iftiradır”
söylemlerini de yalanlıyor.
Keşke böylesine önemli bir kitapta
indeks de olsaydı diyor sözü daha fazla uzatmadan kitabın içeriğini merak eden
okurlarımızı kitabı okumaya devam ediyoruz. Ayrıca D. Mehmet Doğan üstadımızdan
yeni kitaplar beklediğimizi de belirtelim.