Çuvaldızı kendimize!
Ekonomik sıkıntı arttıkça bunun yansımalarının da arttığını görüyoruz. İktidar, asgari ücrete yaptığı yüzde ellilik zam ile sıkıntının halka yansıyan tarafını azaltmaya çalışıyor. Yakında memur ve emeklilere de benzer artışlar yapılacağını ve bu sayede bunalan insanlara bir nebze de olsa ferahlık sağlanacağını düşünüyorum.
Fakat bu müspet adımların sorunu kökten çözmeye dönük olduğunu düşünmüyorum. Çünkü sorunun kaynağı mevcut iktisadi ve siyasi sistem.
Uzunca bir süredir Türkiye’nin Türk Lirasını sağlam bir kazığa bağlaması gerektiğini, bunun TL’yi altına endeksleyerek gerçekleşebileceğini türlü vesilelerle defalarca kez ele alan Baran Dergisinden Ömer Emre Akcebe’nin “Kaşığı kulağınıza götürmeyi bırakın artık!” başlığıyla kaleme aldığı yazısından bir bölüm ile ne demek istediğimi izah edeyim.
“Türkiye’nin 2020 senesi GSYH’sı 730,1 milyar dolar. Dünyanın zengin ailelerinden yalnız biri olan Rothchilds’ın şirketleri üzerinden elinde tuttuğu servet ise 2009 senesi verilerine göre 4-5 trilyon dolar, kontrol ettiği toplam para ise 15 trilyon dolar civarında bulunuyor.
Elimizdeki şu iki veriye bakarak bile rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Türkiye ekonomisinin dışarıdan gelmesi muhtemel hiçbir ekonomik operasyona simetrik olarak karşılık vermesi mümkün değildir. Dolayısıyla bu mücadeleyi asimetrik bir plana taşımak gerekir ki, bu da ancak iktisadî sistemin kurallarını değiştirmekle mümkündür…”
Kendi oyununu kurmalı
Bu şartlarda onların para gücünün karşısına para ile çıkamazsınız. Adamlar yüz yıldır sistemi kurmuş, yüz yıldır sömüre sömüre güçlenmiş, içerden ve dışardan devşirebildikleri birçok zihni kendilerine râm etmiş ve oyunun kurallarını belirleyen haline gelmiş. Kendi oyunumuzu kurup kuralları belirleyen olmak dışında seçeneğimiz yok. Türkiye tarihi misyonuyla, son yıllarda özellikle mazlum ülkeler başta olmak üzere dünya siyasetinde elde ettiği etkinlik ile bu güce sahip. Fakat onların sistemi ve kurallarıyla değil…
Batı’nın bizim gibi ülkelere “ölmeyecek kadar destek ol ama ayağa kalmasına da izin verme!” düsturuyla uyguladığı politika ile zaten sistemin kuruluşundan beri ekonomi kötüydü. Bir avuç elit sınıf dışında devlet ve millet yokluk içinde yaşıyordu.
Hiçbir şey üretemeyen, bilakis üretmeye kalkanı cezalandıran, enerjide, sanayide, askeriyede, tarımda kültürde, sanatta dışa bağımlıydık. Bağımlılık boyun eğmeyi, boyun eğmek ise Batı’nın dayattığı meseleleri devlete ve millete zorla kabul ettirmek demekti.
Ne oluyor ne ölüyorduk yani!
AK Parti’nin iktidara yürüyüşünde, halkın büyük çoğunluğu tarafından gösterilen teveccühün sebebi öncelikle ekonomi değildi.
Ekonomik olarak yokluğa, sıkıntıya, açlığa, fakirliğe tahammül eden Anadolu insanı, çocuklarının köklerinden kopmuş ezik ve Batıya hayran şekilde yetiştirilmesinden, inancına, ahlakına, örtüsüne, namazına, orucuna, kurbanına el uzatılmasından, kısaca İslam düşmanı bu zihniyetten bıkmıştı. Bu durumdan kurtulmak için politik kulvarda rahmetli Erbakan ile başlayan iktidar desteğini AK Parti’yle devam ettirdi ve AK Parti’yi bu hassasiyetle güçlü bir şekilde iktidara taşıdı.
AK Parti böyle bir teveccühle iktidara geldi ve İslam düşmanı zihniyetin uygulamalarını kaldırdı, ekonomide, iç ve dış politikada etkinliği artıran başarılı adımlar attı. Ama bundan daha önemli olan millete inancına uygun bir sistemi hedef gösterip bu yolda ruhi tekamül şartlarını oluşturmaktı.
Bu anlayış oluşmadı, oluşturulamadı maalesef.
Ekonomiyi kriter alır, zenginliği, gayri safi milli hasılayı, maddi gücü “ortaklığın merkezine” koyarsanız, eskilerin tabiriyle “öküz ölünce ortaklık biter.” Kalabalıklara ulvi bir ideal yerine maddi refah vadederseniz, en ufak krizde o beklentiyi teklif edene döneceklerdir yüzlerini.
Kritik bir eşikteyiz. Siyasi, askeri ve iktisadi kuşatma altında, sadece bizim değil bütün mazlum milletlerin emperyalist sömürüye karşı ümidi haline gelmişken, atılan yanlış adımlar ve içerden ve dışardan yapılan algı operasyonları gücümüzü kırıyor. Bunun gerçek sebebinin, yaşam tarzını maddiyata endekslemenin ve maalesef sistemi kökten değiştirmeyi değil de aksak taraflarını düzelterek tahkim etmeyle vakit kaybetmenin sonucu olduğu anlaşılmıyor mu?
Bizim için ekonomi hiçbir zaman belirleyici kriter olmadı, olamaz. Emperyalist Batının boyunduruğundan kurtulmaya çalışan ülkemizin, içerde ve dışarda kendi politikasını oluşturma çabasını her şartta sonuna kadar desteklemeye devam edeceğiz. Ülkemizi Batının paryası yapmakla vazifeli, İslam ve vatan düşmanı zihniyetin milletin sırtında boza pişirmek için fırsat kolladığının da farkındayız.
“Sistemi değiştirmeyi hedeflemeyen hiçbir hareket başarıya ulaşamaz.” Çünkü sistem, sömürü çarkını sürdürebilmek için Batı’nın kendisine uygun şekilde inşa ettiği bir sistem.
Serbest piyasa ekonomisi denilen vahşi arenada, onların kurallarıyla onlarla mücadele edemeyiz. Çuvaldızı kendimize batırmalı, bunca zaman yapamadığımız yaparak bu sistemi kökten değiştirecek radikal adımlar atılmalı.