Cumhuriyetin 100. yılı ve antiemperyalist tavır
Bu yıl cumhuriyetin 100. yılını kutluyoruz. Siyasetçisinden, bürokratına, sanatçısından, gazetecisine, öğrencisinden, öğretmenine, yediden yetmişe, milletçe yüzüncü yıl etkinliklerine dahil olduk.
Yapılan açıklamalara,
kutlama ritüellerine, okulların askeri yürüyüşlerle tertiplediği resmigeçit
törenlerine, bestelenen marşlara, yapılan danslara vesaire bakıldığında
cumhuriyetten hiçbir şey anlamadığımızı gördüm.
Cumhuriyet genel kabul görmüş bir kanaate göre batıcılık ve laiklik ekseninde ele alınıyor. Öyle ki hemen her yıl aynı bakış
açsıyla kutlama merasimleri tertiplenir.
Anlayış olarak da “Araplar
bizi arkadan vurdu”, “ padişahlar
kovuldu”, “muasır medeniyetler
seviyesinin üstüne çıkacağız”, “çağdaşız”,
“ilericiyiz” türünden klişe tabirlerle cumhuriyetin ne denli kıymetli bir
değer olduğu ifade edilmeye çalışılır.
Nedense kimse bizi hep önden vuran, yok etmeye çalışan, İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar,
Amerikalılar hakkında tek söz etmez.
Cumhuriyeti, resmi ideolojiyi benimsemiş olanlara özgü
ayrıcalıklı bir konum olarak belirleyen sözde Kemalistleri saymıyorum bile.
Bildiğiniz gibi bu kafanın en büyük sermayesi, cumhuriyet,
laiklik, çağdaşlık adı altında yıllardır toplumu aşağılamak olmuştur. Kendilerinin ne kadar da ilerici ve
bilimsel olduklarını gösteren tek işaret varsa işte budur. .
Bu kesim aynı zamanda cumhuriyeti ilahlaştırarak kendilerine
nüfuz alanı açar. Böyle yapmakla ülke
servetinden daha büyük pay almayı beklerler. Ne hazindir ki bu zırhı kuşanarak
dönem dönem biriken serveti çarçur etmişlerdir.
Kısacası bu kesimin cumhuriyeti ilahlaştırmasının altında
yatan en önemli neden; bu tür bir cumhuriyetçilik anlayışından devşirdikleri
güç ve nüfuzdur.
Eğer bugün muhafazakârların
Atatürkçülük anlayışı bu gücü ve nüfuzu kendilerine ikame etmek ise bunun ne
denli yanlış sonuçlara yol açacağını daha işin başında söylemeliyim.
Cumhuriyet elbette belirli bir kesimin tekelinde,
anlayışında ve pratiğinde yer eden ve sadece bu kesimin icat ettiği sanılan bir
yönetim biçimi değildir.
Türkiye, insan ve
değerleri alanında özgürlükçü adımlar attıkça, bağımsızlık yolunda ilerledikçe,
antiemperyalist bir tutum sergiledikçe, farklı kesimlerle bir arada huzur ve
barış içinde yaşama iradesi gösterdikçe cumhuriyet de bir anlam kazanacaktır.
Cumhuriyetin en önemli kazanımlarından biri olan laiklik
uygulamaları, yeni bir ulus yaratma ve özellikle İslam dinini toplumun her
alanından tasfiye etme amacıyla ele alınıyorsa bu da hastalıklı bir bakış açısı
değil midir?
“Totaliter laiklik anlayışı” diyorum ben buna. Ve bu durum
ülkede bir avuç hastalıklı, marjinal, militan bir kesim oluşturdu.
Oysa cumhuriyet
süreci tam anlamıyla antiemperyalist bir süreçtir.
Bugün NATO ve
Atlantik sisteminin ülkemizi sarmaladığı, evanjelist, siyonist, emperyalist güç
odaklarının Gazze’de soykırım uyguladığı ve ülkemizin de bu çerçevede birinci
dereceden tehdit altında olduğu bir dönemde cumhuriyeti bu perspektifle ve
anlayışla değerlendirmeliyiz..
Vals gösterileriyle cumhuriyetin bir değer olduğunu
anlatmaya çalışan bu sığ bakışı artık geride bırakmalıyız.
Aydınlık Gazetesi Yayın Yönetmeni Mustafa İlker Yücel, geçenlerde yazdığım bir paylaşımıma çok önemli
bir tespitte bulundu.
Atatürkçülüğün
Batıcı-NATO’cu CHP yönetiminin aktardığı gibi sadece laiklik kalıbına
sıkıştırılamayacağını vurguladı. Çünkü Atatürkçülük antiemperyalist bir tutumdur,
tam bağımsızlıktır ve güçlü Türkiye için birleşmektir.
Aslında demek istediğim tam da bu.
Neden cumhuriyeti ve Atatürkçülüğü bu perspektiften ele
alamıyor ve bu doğrultuda antiemperyalist bir tutum ortaya koyamıyoruz? 100. yılında
neden hala batıcı ritüellerle, sığ, eskiden kalma gösterilerle ve açıklamalarla
meseleyi geçiştiriyoruz?