Cumhurbaşkanı'nı seçen 'Başkan'ını da seçer!
Devleti, 90 yıldır bizim yerimize düşünüp, neyin bize yakışıp yakışmayacağına karar veren "Baba" olarak gören statüko tahkimatçıları, Başkanlık sistemiyle ilgili gündeme gelen her tartışmada hop oturup hop kalkıyor.
"Sınıfsal" olarak onlardan daha 'pozitivist'i yoktur ama parlamenter sistemi ve darbe anayasasını "gökten inmiş" gibi kutsamalarındaki çelişkiyi bile göremiyorlar!
Bu jakoben- seçkinci yaklaşımlara, ön seçim bile yapamayan, genel merkezin dediğinden çıkamayan, 'baraj'larla set çekilen, "gerekirse" kapatılan partileri örnek göstermek lazım!
***
Geçmişte de bu çok tartışıldı. Rahmetli Özal, Türkeş ve Erbakan Başkanlık sisteminden yanaydı. Hakeza Demirel de birçok kez bunu gündeme getirmişti.
Mesela Başkanlık veya Yarı Başkanlık sisteminin, Eyalet ve yerinden yönetim uygulamalarını güçlendirerek merkezi yapının gücünü yerele dağıtacağı, Kürt meselesi başta olmak üzere bir çok derdimize derman olacağı tartışılırdı.
Gelişmiş demokrasilerin bile bugün hantal merkezi yapıyı kırabilmek için valilerin seçimle işbaşına geldiği, federatif sistemlerin uygulandığı, Başkanlık ve yarı başkanlık gibi rejimlere geçmenin daha iyi olacağı siyasi ve akademik ortamlarda tartışılıyor.
***
Türkiye'de her tartışmanın arkasında, "Rejime" yönelik gizli bir niyet arayışında olanlar, yeni Anayasa tartışmalarında olduğu gibi Başkanlık sistemi tartışmalarında da statükocu refleksler gösterdi.
Başkanlık sisteminin getirilerinden olacak adem-i merkeziyet meselesi de bu "korku" barikatının arkasına gömülmüş konularımızdan. Türkiye, yüz yıl önce adem-i merkeziyetçi sistemi tartışabilmiş bir ülke. Sultan Abdülhamit'in yeğeni olduğu halde ona karşı darbe yapan ama İttihat ve Terakki'ye de muhalefet eden liberal Prens Sabahattin, 1900'lerin başında adem-i merkeziyetçilik adını verdiği siyasi düşünceyi gündeme getiren isim olmuş. Yüzyıl önce ana gündem maddesi haline gelmiş adem-i merkeziyetçilik kavramı sonraki yüz yıl boyunca üzerine sünger çekilerek adeta toplumsal hafızadan silinmiş.
***
Daha yüz yıllık bile olmayan genç Türkiye Cumhuriyeti'nin, kurulduğu günden bu yana korkuları vardı. Anadilde eğitim, başörtüsü ile eğitim ve çalışma hakkı, Ruhban Okulu'nun açılması, merkezi sistemin zayıflayıp yerinden yönetimlerin güçlendirilmesi, Kürtlerin, Alevilerin, tarikatların talepleri, sivil ve özgür bir Anayasa yapmak gibi. Şimdi bunların bir kısmı tedrici olarak çözülmeye başlandı.
Ancak Başkanlık sistemi gibi (rejim değil sistem tartışmaları) bile aynı statükocu beton bloğa çarpıyor hep!
Liberal, sol, ulusalcı, Paralelci, sosyal demokrat olmaları filan fark etmiyor. Kendini AK Parti'ye karşı olan blokta konumlandıran hemen her çevreden siyasetçi, gazeteci ve aydın "rejim" kaygısı ve Erdoğan düşmanlığı gerekçeleriyle Başkanlık sistemine karşı çıkıyor.
***
Bugün dünyada Eyalet-federasyon sistemi ABD'den Kanada'ya, Almanya'dan Avrupa'daki birçok ülkeye kadar rahatlıkla uygulanabilirken, Türkiye'de parlamenter sisteme adeta kutsiyet atfediliyor. Bazı yazarlara ve akademisyenlere göre, Amerika'daki "Başkanlık" sistemi de, Fransa'da uygulanan "Yarı-Başkanlık" rejimi de kesinlikle Türkiye'ye uymaz. Sormak lazım, Kuvvetler ayrılığının altının daha keskin çizildiği Başkanlık sistemi, bugünkü durumdan şikayet edenlerin bile isteyebileceği bir şey değil midir?
Başkanlık sisteminden "ürktüklerini" söyleyenlerin en önemli argümanlarından biri de "Padişahlık geri gelecek" şeklindeki korkuları. Halbuki dünyadaki uygulamalarında da gördüğümüz gibi Başkanlık sisteminde yetkiler sınırsız değil. Tam tersine Başkan, herhangi bir konuda karar verebilmek için bir sürü yeri ikna etmek mecburiyetinde. Her sistemde olduğu gibi Başkanlık sisteminde de iyi ve kötü yanlar olabilir. Ama bunu tartışmaktan bile korkmanın anlamı ne?
***
Kimisi, sınıf bilinciyle, kimisi ekonomik yapıyla ilinti kurarak toplumun, yarı başkanlık sistemini dahi taşıyabilecek sınıfsal güce sahip olmadığını öne sürebiliyor. Buradaki "Sınıfsal" takıntıya dikkat!
Yeni Anayasa tartışmalarında, Anayasa'nın ilk üç maddesinin kaldırılması önerilerinde, Çözüm Sürecinde veya Kürtçe ile ilgili atılan her adımda da benzer reflekslerle, yeni uygulamaların topluma uymayacağı(!) konusunda önyargıları vardı aynı çevrelerin.
Bırakın uygulamaya koymayı, statükoya ters veya onların ezberlerini bozacak her yenilikten, her düşünceden müthiş korkuyorlar.
Korku kültürünü öylesine içselleştirmişler ki, "Sivil Anayasa, Başkanlık-yarı başkanlık, eyalet, federasyon" gibi kavramları dahi kimse telaffuz etmesin istiyorlar.
***
Bu jakoben, seçkinci, elit ve beyaz yaklaşımlara, ön seçim bile yapamayan partileri, genel merkezlerin dediğinden çıkamayan, yargıyı kim ele geçirirse onun kafasına göre kapattığı partileri örnek göstermek lazım.
2007'de Cumhurbaşkanı'nın halk tarafından seçilmesine ilişkin anayasa değişikliği 376 oyla kabul edildi. 2014 yılında da millet olarak Cumhurbaşkanı'nı seçebileceğimizi ispatladık.
Halk Cumhurbaşkanını doğrudan seçebilirken neden iki turlu bir sistemle kendi başkanını veya yarı başkanını da seçemesin ki?