Dolar (USD)
35.35
Euro (EUR)
36.50
Gram Altın
3033.62
BIST 100
9932.51
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
09 Ocak 2025

​Cumhurbaşkanı neden uyarmak zorunda kalıyor?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bundan tam sekiz yıl kadar önce şöyle sesleniyordu, “Kardeşlerim! Allah aşkına soruyorum size, bize kibir yakışır mı, bize gurur yakışır mı? Seçim döneminde kimse 'bu benim yakınımdır, bu benim şuyumdur' diye bize aday teklifiyle gelmesin. Kibir abideleri gelmesin. Kibirli adam bu kapıdan içeri giremez.”

Üç gün önce de Rize’de şöyle seslendi; “Kardeşlerim; hangi görevde olursanız olun, ister il başkanı olun ister belediye başkanı olun, ister milletvekili olun. Size benim vatandaşlarımdan herhangi birisi gelir, sizden bir işin yapılmasını gereğini istiyorsa onu bir başka yere havale etme hakkınız yok. Bunu yaptığınız sürece ben genel başkanınız olarak varsa; sizlere hakkımı helal etmiyorum.”

Anlayacağınız Cumhurbaşkanı yıllardır aynı uyarıları yapmak zorunda kalıyor. Bunun nedenleri üzerine oturup konuşmamız lazım. Zira AK Parti sıradan bir parti değil. Çeyrek asırdır tüm kadrolarıyla ülkemizi yöneten bir iktidar partisinden bahsediyoruz.

Peki, Erdoğan neden bu uyarıları yapmak durumunda kalıyor?

Seçkinci, elitist Kemalistler gibi halka tepeden bakan, onları aşağılayan, kibir abidesi bir kesim oluştu da ondan. Lüks ve şatafat içerisinde yaşayan bir teşkilat yapısı oluştu da ondan uyarmak zorunda kalıyor.

2002 yılında AK Parti iktidar olduğu gün şöyle bir cümle kurmuştum. “Bu parti, düzen/sistem karşıtı bir partidir. Yüz yıldır ezilen, değerleri, hakları, hukukları gasp edilen dindar insanlar artık iktidarda.”

O tarihlerde bu sözün benim için anlamı büyüktü. Neden mi?

Bundan yıllar önce, dindar, muhafazakâr insanların bir heyecanı, muhalefeti ve haklı bir isyanı vardı. Bilhassa 28 Şubat darbe döneminde, içlerinde yine bugünkü gibi korkak, dirençsiz, ezik, fırıldak tipler yok değildi ancak genel anlamda isyanlarının, heyecanlarının bir anlamı, değeri ve kıymeti vardı.

AK Parti normalde bu heyecan üzerine bina edilmişti. O yüzdendir ki bugüne kadar eleştirilerim de desteğim de hep bu anlayış üzerine oldu.

Yani bu insanların yıllar önce var olan haklı isyanı, bugün niye şu makamda değilim neden ben de vekil bürokrat olamadım vs. şeklinde bir isyana dönüşmüşse işte orada bir problem vardır.

Bilen bilir, son on yıldır yanlış anlaşılma pahasına etrafımda gördüğüm ahlaksızlıkları, adaletsizlikleri, liyakatsiz atamaları ve numaradan “dava” rolü kesen acemi hatipleri ve her fırsatta Erdoğan üzerinden nemalanmaya çalışan lüpçü, kurnaz muhafazakârların ahvalini dile getirmeye çalışıyorum.

Düşünün, kaç seçim dönemi geçirdik. Erdoğan bu seçim dönemlerinde ayda ortalama 50 bin kilometre yol kat ederek günde ortalama 2-3 miting yapan bir siyasetçidir. Ne var ki kendisinden başka kimse oturup da özeleştiri yapmaz.

Yani kimse “biz nerede hata yaptık” sorusunu sorarak özeleştiri yapmamıştır. Yapamıyor çünkü bu işler, samimiyet ve kalite üzerinden değil; eş, dost, hatır, gönül üzerinden yürüyor. Ve o denli ciddi bir yozlaşma yaşanıyor ki artık kimse eleştirileri de uyarıları da dikkate almıyor.

Düşünebiliyor musunuz, bugün emeklilere reva görülen miktarı bile eleştiremeyecek derecede bir içe kapanma ve sokağın sesini duymama durumu söz konusu.

Bundan tam on yıl önce Erdoğan’a şöyle seslenmişim; “Din, iman, dava vs. üzerinden makam mevki elde etmenin yollarını arayan, heyecanını yitirmiş, seviyesiz, vicdansız, kibirli insanlarla yolunuzu tez vakitte ayırınız.

Ve bir yol yürüyeceksiniz, yola hangi kesimden olursa olsun ehl-i vicdan sahibi, küçük hesaplar yapmayan, ahlak sahibi, kaliteli temiz insanlarla devam ediniz.”

Bugün aynı çağrımı yineliyorum. Sokağın sesine kulak veriniz. Ve temiz insanlarla yol alınız. Sizi sürekli pohpohlayan yalaka insanları değil yeri geldiğinde eleştiren insanları dikkate alınız. Yoksa gittikçe şımaran bu insanlar çürümeyi daha da derinleştirecektir.