Dolar (USD)
35.16
Euro (EUR)
36.59
Gram Altın
2958.42
BIST 100
9916.22
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Cuma Sohbetleri

Yıllardır katılırım cuma sohbetlerine. Çok da huzur bulurum. Ömür sermayem tükendikçe bana çok iyi gelmeye başladı bu sohbetler.

İki kişiliktir bu cuma sohbetleri. Öyle herkes katılamaz bu sohbete dostlar. Sadece bir ben varım, bir de babam bu sohbette.

Uzun yıllardır cuma sohbetlerimiz devam ediyor. Darısı babam ve annem var diyen her evladın başına.

En fazla bir saat sürer. Sohbeti her cuma ben başlatır ve sonlandırırım. Lakin ortasını hep babam doldurur.

Babamdan uzaklaşıp gurbetlik mesafesi aramızı açtıkça sohbetin kadr u kıymeti daha da öne çıktı. Her cumayı ipler çeker olduk ikimiz de.

Bu cuma sohbetleri sadece gurbette olan bir evladın hasreti değil aynı zamanda marifet ve maziye olan güzel bir yolculuğa dönüşür çoğu zaman.

Her cuma selamlaşma ve derhatırdan sonra dalarız babamla mazinin derinliklerine ve hatıraların güzelliklerine.

Aşıkların atışması gibi ben bir ayak veririm ardından babamın o güzel konuşmalarına kulak kesilirim.

Ne çok güzellik yaşamışlar veya ne çok acıları olmuş der içten içe hüzünlenir dururum.

Çoğu zaman bir talebenin hocası karşısındaki tavrını takınır ve dakikalarca konuşmasını kesmeden dinlerim.

Hafızam kayıt altına alır bu konuşmaları. Sonra da yazıya döker hatırımda kalanları.

İşte bu cuma sohbeti de yine yazıya dökülenlerden biri oldu.

Her zamanki seremoniden sonra dünyanın ahvalinin kendisini huzursuz ettiğini anlattı babam. İnsanların aymazlığının ve değerlere olan saygısızlığının kendisini ne çok üzdüğünü ve yalnızlık duygusuna bu pandeminin tuz biber ektiğini söyledi.

Sonra dünyanın ahvalinden en yakın dostlarının hallerine indirdi sohbetimizi. Mazide çok iyi dünyeviliği olanların ahretliğinin yoksunluğuna ne çok üzüldüğünü dile getirdi.

Bir hikâye anlatarak bu cuma sohbetinin demine ve halvetine beni daldırıverdi.

— Bak oğlum! İnsanlar ne yazık ki hep aynı halde olacaklarını zannediyorlar.

— Nasıl yani baba!

— Biliyorsun dedenler bir zamanlar sürgün edilmişlerdi Konya’ya.

— Biliyorum baba. Dedem de anlatırdı çoğu zaman bu muhacirliği. Hatta çok hikâyeler saklıdır bu muhacirlikte.

— İşte bugün onlardan birini sana anlatacağım aklımda kaldığı kadarıyla.

— Hay Allah razı olsun baba.

— Zorlu ve hüzünlü bir yolculuktan sonra varmışlar Konya’ya. Tabi o zaman hem seferberlik, hem de muhacirlik nedeniyle büyük bir yoksulluk var Anadolu’nun her yerinde. Nimet elde etmek için kuyruğa girmeniz lazım.

— Sanırım dedemlerin durumu o kadar da kötü değilmiş.

— Tabi memlekette o zaman ağa olarak algılanırlarmış. Lakin gittiğiniz, hele sürgün edildiğiniz yere ağalığı götüremiyorsunuz. Ama her defasında havasını da atmaktan edemiyorsunuz. İşte böyle bir durum olmuş o zaman.

Dedenler bilhassa Berho ve Şıho dedenler yerlerinde duramıyor ve eski ağalıklarını orada da sürdürmek istiyorlarmış.

Bir gün Berho deden duymuş ki Konya’nın tek kasabına bir cendek, yani gövde et gelmiş. Hemen yerinden fırlamış, Şıho dedeni de haberdar etmeyi unutmamış. Şıho deden de vermiş abisinin yani Berho amcamın peşine. Tabi Şıho amcam biraz yavaştı ama sağlam yürürdü.

Bir müddet sonra o da kasabaya varmış. Aman Allah’ım! Dışarıda muhacirler sıraya girmiş ve bir gürültüdür kopuyormuş. Berho amcam bir elini kuzunun butuna, diğer elini de kuyruğuna atmış. İlla da her ikisini isterim diye tutturmuş. Dışarıdaki kalabalık ise bunun olamayacağını ve kasabın asla böyle bir şeye müsaade etmemesi gerektiğini söylemişler. Bütün bu kargaşa devam ederken Şıho deden abisine yetişmiş. Önce bir kalabalığa bakmış ve onları selamlamış. Sonra da abisine dönerek;

— Berho sen ne yapıyorsun öyle!

— Et alıyorum Şıho görmüyor musun!

— Ama sen bir elini kuyruğa, diğer elini de buta atmışsın.

— Niye atmayayım Şıho.

— Bence sen ya kuyruğu bırak ya da butu!

— Bırakmasam nolur Şıho!

— İnan Berho hem kuyruktan hem de buttan oluruz.

— Hakketen doğru söylüyorsun Şıho. O zaman ben kuyruğu bırakıp butu alayım.

— Ben de bu muhacirleri yatıştırıp dayak yemeden burdan ayrılalım, demiş.

İşte oğlum Şıho deden dünyanın halleri konuşulunca ve söz öte tarafa gelince bu misali hep anlatırdı.

— Baba gerçekten çok güzel bir misal. Hem kuyruğa hem buta yapışmak. Ya kuyruğu ya da butu tercih etmek. Yoksa hem kuyruktan hem de buttan mahrum kalmak. Ne muazzam imgeler bunlar baba.

— Vallahi oğlum ben imge mimge anlamam. Ama şunu da unutmam. Umuma sarılan umumdan mahrum kalır derler.

Herkese selam oğlum. Haftaya görüşmek üzere.

— Ellerinden öper, dualarını beklerim baba.

Hayırlı Cumalar dilerim...