Çukurova, Çukurambar!
Malûm;
Tam da “hayatı
normalleştirmeye başlıyoruz” derken, Hatay’dan 6.4 ve 5.8’lik “bağımsız
depremler”in haberleri geldi.
Yine dağıldık.
Bizim Ankara’daki depremzede hısımlar, “Ata diyarını bırakmak olmaz, dönelim de bakalım bari!” diyorlardı
ki…
Yine canlarımızı kaybetmemize sebebiyet veren depremler…
O gece konuşan uzmanlar “fayların uçlarında stres biriktiğini” söyleyip, başka illere de
altını çize çize işaret edince, geceleri sokaklarda geçirenlerin sayısı iyice
arttı.
Mesela Adana, diken üstünde.
Meşhur Çukurova’yı bilirsiniz…
Profesör Doktor Naci
Görür oraya dikkat çekti o gece:
“Adana maalesef ranta
kurban edildi.
Oraya boşuna Çukurova
denmiyor.
O verimli topraklara
rant için koca koca, yüksek yüksek, süslü binalar yaptılar. Oysa oralarda 2
katlı güzelim bahçeli evler vardı!”
*
Aaaah, ah…
Bahçelievler!
Ankara’nın Yenimahalle’sinde, birkaç küçük, bahçeli ev
kalmış…
Tek tük de
“eskilerden” esnaf…
“Bu evler vardı hep, böyle bitişik nizam
apartmanlar yoktu. Gül bahçesi gibiydi buralar. Şimdi bakın, her taraf taş
yığını ve geçit vermez sokaklar… Güzelim evlerimiz, güzelim sokaklarımız,
güzelim mahallelerimiz, güzelim esnaflarımız gibi bitti, bitirildi!”
Rant gelince güzellikler gidiyor.
Tarım alanları gidiyor.
Ve işte başımıza neler neler geliyor…
Profesör Doktor Sadettin
Ökten ne güzel izah etmiş:
“Ovalara yerleşmeyeceğiz, ovalar ziraat için. Bunun dini
kaynaklarda karşılığı da var, jeolojik kaynaklarda karşılığı da var. Ovalara
yerleşmeyeceğiz, madde bir, dağlara yamaçlara çıkacağız.Niye, Kitab-ı İlâhi de…
Mealen söylüyorum: ‘Dağlar arza çakılan çivilerdir!’
İkinci madde, hafif bina yapacağız.
Bunun için, ahşabı çeliği kullanacağız, betonarmeden mümkün
mertebe sarf-ı nazar edeceğiz. Kerpici kullanacağız. Az katlı bina yapacağız.
Yayılacağız. Yayıldığımız zaman tabiatla ilişkiyi kopartmamış olacağız.
Yayıldığımız zaman semayla ilişkiyi kopartmamış olacağız. Gözümüzün önünde hail
(engel) olmayacak, dağları, ufku görmemize karşı! Tulûu (güneşin doğuşunu) ve
gurûbu (güneşin batışını) seyredeceğiz.
‘Efendim, romantizme mi kaydın?’ diye sorabilirsin. Evet,
romantizme kaydım. Çünkü yaratılmış
kâinatı görmek, tulûu ve gurûbu temaşa etmek, bize manevî bir haz verir ama
modern estetik bundan haz etmez.
Ufkun resmini yapan ressamı seçer. Ben de diyorum ki, ‘Kul, ressamı
seçme, o ressamın esas vâzıhını seç.”
*
Bizler böyle “Kur’an
ve Sünnet’e” direndikçe, başımıza neler geliyor.
Biz, niçin böyle olduk?
Taaa, “Tanzimat’tan
bu yana” benzemeye çalıştıklarımızın iyi değil de kötü taraflarını aldık
da, onun için mi acaba?
Merhum Mehmet Akif
Ersoy, seyahatten dönüşünde yöneltilen, “Avrupa nasıl?” sorusuna, “Nasıl
olsun, işleri var dinimiz gibi dinleri var işimiz gibi!” karşılığını vermiş
ya…
Biz Almanların disiplinini alacağımıza, onlardaki disiplini
gevşettik!
Biz kendimizden uzaklaşıp onlara benzeyeceğiz derken, iki
arada bir derede kaldık.
Vurduğumuz düz ovalarda vurulduk!
***
Erozyon ve Korozyon
Bu günlerde “erozyon”u
pek işitmiyoruz ama “korozyon”dan bahis çok.
Korozyon “paslanma”
demek.
Madenlerin aşınması…
Bazı yazılarımızda “karakter
aşınması”na dikkat çektiğimizi bilirsiniz.
Buna,”karakterin paslanma
ve çürümesi “ de diyebilirsiniz.
İnsanoğlu, fıtratına aykırı işler yaptığında, haller içine
girdiğinde bunalımlara sürükleniyor.
Hazzını doyurmaya odaklandığında, tulûu da gurûbu da kaçırıyor.
Rakamlar dünyasında, araçlarla amaçları karıştırıyor.
Sahi biz nereye gidecektik?
Ne için çıkmıştık yola?
Bu muydu yani, bir gün doktorun yasaklayacaklarına ulaşmak için
miydi bunca çaba?
*
Taaa “Tanzimat”tan bu
yana…
Yaşadığımız nice sıkıntı, bize ders mi verdi.
Demiş ya, Merhum İstiklâl Şairi,
“İbret
alınsaydı tekerrür mü ederdi?”
Dikkatinizi çekmiştir, yazıdaki bazı “kadim” kelimelerimizi “bugünkü
dile çevirmeye” çalışıyorum.
“Tekerrür kelimesinin mânâsı da pek
bilinmiyordur herhalde.
“Tekrar” demek
tekrar.
Yüksek lisans yapan öğrencilere, “Talebe ne demek?” diye sorun isterseniz…
“Hiç
duymamıştım” diyenleri bile göreceksiniz!..
O kadar ki, “Bereket” ne demek, bunu bile bilmeyenlerin sayısı az
değil.
Hadi gel de takılma, “İbret
alınsaydı tekerrür mü ederdi?” cümlesindeki “ibret”in mânâsı da bilinmez pek, o kadar yani!..
*
Nerelerden nerelere geldik değil mi?
Benim kalem, buralardan “Erkeğe
benzeyen kadınlar, kadına benzeyen erkekler” meselesine de gelir ve hemen birçok
“kesim”den ne misaller, ne misaller
verir…
Verir de…
Lâfın tamamı “aptal”a söylenirmiş, “Abdal”a değil!
*
Yazıyı bitirmeden, ana başlıktaki Çukurambar'ı da unutmayalım.
Malûm…
Çukurova gibi, çok verimli topraklar üzerindedir Ankara’nın Çukurambar semti.
Tahıl ambarı.
Çukurambar.
*
Gidin bakın isterseniz, oralarda ne binalar!
*
Bundan sonra…
“Tarım alanlarını” tarım için, bina alanlarını bina için
kullanabilecek miyiz bakalım…
Kendimizi bulabilecek miyiz?
Malûm, her arayan bulamazsa da…
Arayanlar bulur yalnızca!
"Tarih"i "tekerrür"
diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?